5.Bölüm : Mağara

76 52 8
                                    

  "Ne, ne demek öldü? Nasıl ölürler!" diye feryat ettim yere kapanarak. O ise bir şey olmamı gibi davranıyordu.

"Olan oldu, zaten kendimi kurtarıp etrafa baktığımda kimsenin nabzının atmadığını gördüm. Eğer daha fazla gecikseydim sen de ölecektin. Kafan hala çok kötü bir durumda. Şuralara bakalım da belki işe yarar birkaç şey buluruz."

"Telsizlerimiz yok mu? Onlarla haber verelim nerede olduğumuzu." dedim bir çare.

"Telsizlerin hiçbiri çalışmıyor, bu mağaraya nasıl girdik bilmiyoruz. Girişi nerede bunu da bilmiyoruz. Daha fazla oyalanma da etrafı kolaçan edelim. Geberip gideriz yoksa yiyecek ve içecek bir şey bulamazsak."

"Ali'yi koyduğumuz römorkun içinde vardı yiyecek ve içecek. Bisikleti bulursak bu sorun ortadan kalkar."

"Ne kadar süre yetecek ki bize onlar? Hiç kimseyle irtibata geçemiyoruz, aynı şekilde onlar da bizle."

"Başka çaremiz yok o zaman. Mağarada illaki yaşayan birileri vardır."

"Saçmalama Suat! Taş devri mi ki burada insan yaşasın. Anca yırtıcı hayvan yaşar burada. Onlara karşı da kendimizi savunamayız. Keşfe çıktığımızda gözlerini dört aç, etrafımızda kimsenin olmadığına emin ol."

"Madem yapacak bir şey yok, gidelim haydi." dedim ve uzaklaştık bir sürü cesedin içinden. Hâlâ inanamıyordum bu kadar kişinin ölmesine. Kendimi de suçlamadan edemiyordum. Eğer telsizi almak için direksiyonu bırakmasaydım şu an kimse ölmez ve burada olmazdık. Hepsi benim suçumdu. Bırak asker olmayı, ben deha şoför bile olamıyordum.

"Suat, şöyle ileriye doğru gidelim biraz, belki çok önemli bir şey buluruz. Ayrıca sen biraz önce dedin ya..."

"Neyi?"

"Ali'nin olduğu römorkun içinde yiyecek ve içecek olduğunu."

"Evet, dedim. Ne olmuş ki?"

"Ortadaki sorun, bisikletin burada olmayışı."

"Nasıl?" dedim bağırarak.

"Basbayağı, bisiklet yoktu bizim yattığımız yerde. Çarpmanın şiddetiyle buraya sürüklenip düşmüş olmalıyız."

Bu imkansız. Biz o kadar hızlı sürmüyorduk ki bisikleti."

"Biz düz bir yoldan girmedik ki buraya. Direksiyon hakimiyetini kaybettiğinde şarampolden yuvarlandık. Kemerlerimiz takılı olduğundan bu kadar şanslıyız."

"Birliğimizdeki on üç kişi ölmüş ve sen buna şans mı diyorsun?

Hayır yanlış anladın beni. Hem bunla oyalanacak vaktimiz yok."

"Uzun bir süre düz ve basık yolda yürümemize devam ettik. Ara ara duraklayıp duvarları inceliyorduk. Daha dikkatli araştırma yapmak için de yavaşça ilerliyorduk. Bir süre sonra Faik'in belinde asılı duran fenerin parlaklığı azalmış, tamamıyla kapanmıştı. Ceplerine ve sırtında taşıdığı küçük çantanın gözlerine baktı yedek bir pil veya fener var mı, diye. Bir sonuç alamayınca kendi belimdeki feneri açıp bu şekilde yolumuza devam ettik.

"Burada toprağın yapısı değişiyor."

"Bu ne anlama geliyor Faik?"

"Bu, şu anlama geliyor: Ya bu mağara var olduğundan beri böyle ya da insan eliyle."

"İnsan eliyle derken?"

"Anlasan işte, bir insan veya bir hayvan dökmüş olabilir. Bir yerdeki toprağı buraya taşımış olabilir."

"Ya tuzak varsa?"

"Sanmam Suat. Burası çok dar bir yer. Aynı şekilde yerin altını da bilemez insan. Eğer bomba kurulduysa ve hemen altımızda lavlar varsa sıcaklığın etkisiyle değil bu mağara, tüm şehir yanar."

"Biz yine de dikkatli olalım." diyerek kenara geçip ayak tırnaklarımızın uçlarıyla yürümeye başladık. İnsanın içine bir şüphe düştüğünde ayrılmak bilmiyordu adeta.

"Faik, bir şey sormak istiyorum." Sonra durdum bir süre, yürümeyi de kestim. "Aslında merak ediyorum."

"Nedir?"

"Sence bizi kurtarmak için harekete geçmişler midir? Bizi umursayan var mıdır? Başkan çok kızmış mıdır?"

"Eğer başkan bizim gelmediğimizi anlayıp arama ve kurtarma ekibine haber saldıysa haberlere çıkmış olma olasılığımız yüksektir. Biliyorsun, yol üzerinde hiçbir güvenlik ya da trafik kamerası yoktu. Bundan dolayı bizi bulmaları doğal olarak zaman alacaktır. Belki de hiç..."

"Evet, belki de bizi asla bulamayacaklar. Kim bilir kızımla karım ne haldedir? Eğer Ebru haberleri gördüyse ve anladıysa çok perişan bir hale gelmiştir."

"Ebru kim?"

"Ebru benim kızım, çok tatlıdır. Çok saftır içi. İçi neyse dışı da odur. Öyle bir gülüşü var ki ben hayatımda öyle bir şey görmedim. Bir sarılır ki tüm dünya senin olur. Bir konuşması var sanki karşısındakiyle konuşurken ağzından bal damlatır. Karım da öyle. Hayatımda değer verdiğim tek iki kişi onlar." Sonra gözümden gelen yaşlara engel olamadım. 

BÖLÜM SONU

KIŞLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin