14.Bölüm : Haykırış

39 34 9
                                    

  Faik'i de fazla bekletmeden yanımdaki makaraya asıvermiştiler. Patronlarıysa hala ayva yiyordu, arada bize bakarak sanki çok komikmişiz gibi kahkaha atıyordu.

  "Bizden ne istiyorsun?" dedi Faik artık elinden bir çare gelmediğini kabullenip sessiz bir şekilde.

  "Biz kimiz biliyor musunuz?" dedi patronları masanın üstüne oturarak.

  "Ayva mafyası mı?"

  "Ağağağağ, ne ayva mafyası? Bizler, Türkleri ele geçirmek isteyen terör örgütleriyiz!" dedi gülmesini kestikten sonra. Oldukça ciddi ve sinirli bir konuşma tarzı vardı gülmediği zamanlarda.

  "İyi de bizi esir alarak neyi başarmak istedin?"

  "Şimdi şöyle," deyip duraksadı ve burnunun içindeki kılları sildi eliyle. "Bizim çok kutsal bir görevimiz var."

  "Nasıl bir kutsal görevmiş bu?"

  "Türklerin elinde olduğu bir bölgeye saldırı planlıyoruz ancak bunu bir sebepten ötürü gerçekleştiremiyoruz."

  "Ve bizim de sana Türk askerleri olarak yardım etmemizi istiyorsun, değil mi? Yanlış mı anladım?" dedi Faik ellerini kenetleyerek. Patronları sözlü bir şekilde cevap vermek yerine bedensel cevap verip kafasını bir yukarı ve bir de öne salladı.

  "Ha, iyi. Ne istiyorsan yardım edelim."

  Patronları bir çırpıda yanımıza ışınlanmıştı. Gözlerini iyice açmış ve şebeklik yapmaya başlamıştı.

  "Vallahi mi diyorsun?"

  "He vallahi!" dedim ona cevap vererek sonra Faik, deponun içine doğru güçlü bir şekilde üfledi.

  "Kardeş!" Sesi, ağzından çıkan her harfte yükseliyordu Faik'in. "Belanı başkasından bulma. Bas git!"

  Patronları önce benim altıma sonra Faik'in altına geçti. Ayakkabılarımızı teker teker çıkardı ve önce Faik'in sağ ayağına dokundu. Bir süre sonra bakınca Faik'in gülmesinden ve kendisini geri çekmesinden anladım gıdıkladığını.

  "Bela bizim göbek adımız. Bizden kork!"

  "Size verecek bir bilgi yok bizde."

  "Ama ne istediğimi bilmiyorsun genç adam. Sizden SİHA'nın güvenlik şifrelerini istiyorum."

  "Yalnız şunu hatırlatmak isterim, biz sadece bir askeriz. Yalnızca bir er. Bizim SİHA ile bir işimiz olmaz. Yalnızca karadayız."

  Benim verdiğim cevap onu bir hayli sinirlendirmişti. Masaya yaklaşıp üzerinde duran ayvalardan aldı birkaç tane ve adamlarının önüne geçti. Elinde tuttuğu dört ayvayı, her adamının suratına bir tane gelecek şekilde sırasıyla fırlatmaya başladı. Bazı ayvalar, patronun adamlarının yüzüne değer değmez parçalanıyor, bazı ayvalarda yüze çarpıp yere düşünce paramparça oluyordu.

  Sinirini ayva atmakla alamayan patron, her bir adamını deponun kapısından çıkararak yere attı. Ardından konuşma yapmadan önce deponun kapısını kapattı. Kendisi sessiz konuştuğunu sanıyor olmalıydı ancak ses kulağımızın dibine kadar geliyordu.

  "Sana bir şey yaptılar mı Suat?"

  "Az bir şey hırpaladılar ancak güçlü bir şekilde canıma zarar vermediler.

  "Seni nasıl buldular? Sen mi yanlışlıkla onların mekanlarına girdin?"

  "Ben bir tane su kaynağı bulmuştum. Yanına yaklaşıp su içecekken önce yere düştüm ve bayıldım. Sonra gözlerimi açtığımda ağzımın bağlı olduğunu ve burada olduğumu fark ettim. Asıl sen nasıl buraya düştün? Beni duyup takip mi ettin bu adamları?"

  "Alakası yok. Dümdüz ilelerken arkadan yaklaşan ayak seslerini duydum önce. Hem burnuma hem de ağzıma sürülen eterle bayıltmış beni bu kansızlar." Cümlesini tamamlamasını bekledim ve kulağımı öne doğru uzattım. Onun da susmasını söyledim.

  "İşimize yaramayacak askerler neden çağırıyorsunuz?"

  "Efendim, biz bilmiyorduk."

  "Ulan, ben SİHA istiyorum, sizse bana karada olan askerleri getiriyorsunuz."

  "Efendim, ne yapmamızı istersiniz?"

  "Atın bunları bir kenara. Bana SİHA'nın güvenlik protokollerini verecek askerler gerekiyor. Onları alamazsak eğer üç hafta sonra Irak'taki Türk bölgesi ve askerine açtığımız savaşı kesin olarak kaybederiz. Şayet, eğer öyle bir durum söz konusu olursa ben de sizi kaybederim, ruhunuz duymaz. Anladınız mı beni?" diye sertçe bağırdı patronlar. Ardından konuşmaları bitmiş, patronları başka bir yere gitmiş ve adamları da deponun içine gelerek yanımıza yaklaşmıştı.

  Adamların neden yanımıza geldiğini duvardaki düğmeye bastığında öğrenmiştik. Düğmeye basılmasının ardından makaralar yere inmiş ve bizi kurtarmışlardı. Tam özgür olup elimizi kolumuzu sallaya sallaya uzaklaşacakken adamlar tekrar kollarımızdan tutarak dışarıya götürdüler bizi. Dışarısı dediğim, hala yeraltıydı. Yalnızca deponun dışına çıkarmışlardı.

  "Nereye götürüyorsunuz bizi?" diye sorduğumuzdaysa hiçbir şekilde bir cevap alamamıştık. Ellerinde fener yoktu fakat bizi nereye götüreceklerini çok iyi biliyor olmalılardı. Uzun bir düzlük boyuna bir ışık açmamışlardı ve ilk defa durmuşlardı. Elleriyle kollarımızdan tutmayı da kesmişlerdi ve bir fener yakmayı akıl edebilmişlerdi. Adamların ellerindeki dört fener aniden yandıklarında ilk geldiğimiz su kaynağının yanında olduğumuzu anlamıştık fakat bu böyle bitmemişti. Daha az önce açtıkları fenerleri yavaşça yere bırakarak kollarımıza girdiler yine. Akan su kaynağına yaklaşmışlar, hatta bunla da yetinmeyerek suyun hemen önündeki tuğlaların üzerine çıkmışlardı. En köşede duran iki adam birbirleriyle bakıştıktan sonra suyun içine fırlattılar bizi. Suyun soğukluğuyla ve olayın etkisiyle kendime gelir gelmez çıkmaya çalıştım anca hem beni hem de Faik'in çıkmasına engel olmuşlardı. Kafamın içini suya sokarak bir süre hareketsiz beklediler. Suyun içinde çok zor açtığım gözlerimle yanımda duran Faik'e de baktım.

BÖLÜM SONU

KIŞLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin