10:50 AM
Fabrikanın önü sayemizde baya temizlenmişti. Geriye kalan ve silah sesiyle çektiğimiz yakınlardaki bir grup zombiyi de beraber kolayca halletmiştik. Asyalı'yla iyi bir ikili olmuştuk.
"Hayatını kurtardım. O şey tarafından ısırılabilirdin." dedi katanayı havalı bir şekilde elinde döndürken, "Üçe bir."
"Borcunu mu ödemeye çalışıyorsun?" dedim gülerek. Bir yandan da zombilerin iğrenç çürümüş etlerini temizliyordum beyzbol sopamdaki çivilerden..
"Yani, sanırım evet." dedi katanayı yere dayayıp, olan gücüyle katanaya yaslanırken.
Alayla gülüp, oturduğum yerden kalktım ve, "Gelecek sefer için bir insan öldürmen gerekecek." deyip beyzbol sopamla katanasına vurdum. Dengesini kaybedince yere düşmeden yakaladım.
"Bırak da biraz ben havalı olayım." dedi gülerek. Kafamı gülerek "inanamıyorum sana" der gibi iki yana salladım ve kalktığım yere geri oturarak işime devam ettim.
''Lucy,'' dedi, "Neden hala buradayız? Kimi bekliyoruz? Gidelim."
Derin bir nefes alıp verdim ve ayağa kalkıp karşısına dikildim. Boyu benden oldukça uzundu.. Zaten 1.55 falandım ben Amerika'ya gelmeden önce, uzadım mı acaba? Hiç ölçmüyorum da.. Nasıl ölçeyim bu bokun ortasında..
"Ne diyeceksin?" dediğinde düşüncelerden sıyrıldım ve kendimi toplayarak, "Bana güven." dedim.
Fabrikanın kapısı açılınca dikkatimi ilk çıkan grup çekti. Ellerinde silahlarıyla savaşmaya hazır pozisyonda, yavaş adımlarla çıkıyorlardı. Etrafın çoktan kana bulanmış olduğunu ve bizi görünce şaşırdılar elbette.
"Neye bakıyorsunuz? Sizin için yapmadık bunu." dedi Asyalı. Muhtemelen halâ bir parça kırgındı ve bu öfkelenmesine sebebiyet veriyordu. Kolumla onu dürttüm.
"Dün gece silah sesini duyan zombiler bizim yüzümüzden geldiği için, temizlemeye karar verdik. En azından çocuklar bir kaç kilometre boyunca güvende olur. Yakınlardaki bir grup zombiyi de temizledik." dedim benden beklenmeyecek şekilde uysal bir tavırla.
Sarah, "Hepsini sen mi temizledin?" dediğinde güldüm ve kolumu Minho'nun omzuna atarak, "İkimiz." dedim.
"Dün gece fabrikada istenmediğimizin farkına vardık. En azından geceyi aranızda geçirmemize izin verdiğiniz için, bunu bir teşekkür hediyesi olarak kabul edin." dedim kollarımı iki yana açıp etraftaki ölüleri onlara sunarken.
Sarah'ın oğlu, John "İki kişi, yüzlerce zombiyi mi hakladınız? Bu imkansız." dediğinde göz devirdim. Bu çocuk cidden...
Andrew, "Sayıca onlardan çok azsınız. İki kişi." dediğinde yine asıl hikayeyi duymak istediklerini anlamıştım..
"Sayı üstünlüğü onlarda ama biz düşünebiliyoruz. İyi bir planın halledemeyeceği şey yoktur. Ve ayrıca millet, bana 'imkansız, yapamazsın' deyin, ardından oturup ve izleyin." dedim ciddi bir tavırla. Ardından çantamı yerden alıp, beyzbol sopamı sıkıca kavradım ve "Ana caddeye çıkmadan gidebilirseniz uzun süre ölülerle savaşmak zorunda kalmazsınız." dedim.
Norman, "Siz nereye gidiyorsunuz? Bizimle gelmiyor musunuz?" dedi.
"Ana caddeden ilerleyip arkadaşlarımın izini süreceğim. Onları bulmam gerekiyor. Ayrıca, sizinle nereye gelebiliriz ki? Bir planınız var mı? Hayatta kalmak için?"
Aralarından biri, "Güvenli bir yer bulup orayı evimiz haline getireceğiz." dediğinde kahkaha patlattım.
"Güvenli bir yer mi?" dedim gülerek, ardından çocuklara, "Bazen ebeveynler saçmalayabiliyor." dedim.
Bu kez Minho beni dürttü. Muhtemelen çoğu ebeveynin nefretini kazanmıştım.
"Üzgünüm ama bu ölümden önceki cehennemin beta sürümü. Güvenli bir yer hiçbir zaman inşaa edilemeyecek."
Kısa saçlı kadın, adı neydi bunun? Hah! Melissa! Bana gülümseyip; "18 yaşında bir lise öğrencisine göre fazla cesursun." dediğinde sadece gülümsedim.
Ardından omuz silkip, yoluma baktım.
Tanrım; İngilizce'den bıktım. Artık birileriyle Türkçe konuşmak istiyorum...