Demir kapılardan geçmeyi başardığımızda -ki biraz da David denen şu adam sayesinde olmuştu- etrafı şöyle bir süzdüm. Burası hiç de güvenli bir yer gibi görünmüyordu. Kadınlardan biri bizi kalacağımız yere götürmek için önümüzden ilerliyordu. Jun ve ben biraz arkasında kadını takip ediyorduk.
Jun'un adımlarını yavaşlatmasını sağlamak için kolunu tuttum ve fısıldayarak ''Acaba şehrin ya da eyaletin diğer kapısı veya kapıları nerede?'' diye sordum. ''Bir fikrin var mı?''
''Bilmiyorum ama her yerde bir kapı olabilir. Doğusunda Kuzey Karolina var, batısında ise Arkansas ve Missouri eyaletleri.''
''Peki ya Kuzey ve Güney?'' diye sordum.
''Kuzeyinde Kentucky ve Virginia eyaletleri var. Güneyinde ise Alabama, Mississippi ve biliyorsun işte Georgia var.'' diye cevapladı.
Kadın arkasına dönüp bize kısa bir bakış attı ve önümüzdeki beyaz müstakil evin kapısını açıp anahtarı bize teslim etti. Jun teşekkür ederken, biz sadece kadınla birbirimize baktık. Benim de teşekkür etmemi falan mı bekliyordu acaba? Öyleyse daha çok beklerdi. Bu kadından hiç hoşlanmamıştım. Kadın yanımdan geçip giderken Jun beni dürttü ve: ''Neden teşekkür etmedin?'' diye sordu.
''Kadından hoşlanmadım. Buradan da hoşlanmadım Jun..'' dedim eve girerken. ''Sabah hemen buradan gidiyoruz, tamam mı?''
''Aslında burada kalabilirim.'' dedi omuz silkerek.
''Peki,'' dedim umursamayarak, ''Kalmak istiyorsan, kal. Ben sabah buradan gidiyorum.'' Ardından bir kağıt kalem aradım. Mutfaktaki buzdolabına yapıştırılmış küçük bir pembe not kağıdı buldum. Üzerinde, ''Biraz pamuk şeker bulmak için dışarı çıkıyoruz.'' yazıyordu. Bunun arkasını kullanabilirdim. Kağıdı tezgahın üzerine bırakırken etrafta bir de kalem aradım.
Jun mutfağa gelip kağıdı eline aldı ve yüzüne garip bir ifade takınıp, ''Ne yazıyor burada? Anlayabiliyor musun?'' dedi. Şaşırmıştım. Orada İngilizce yazmıyor muydu? Tekrar kağıdı elime aldım. Yazıya dikkatlice baktım ve:
''Ada!'' dedim heyecanla, ''Ada'nın yazısı bu.''
''Ee, yani?'' dedi Jun. Ona kağıtta yazanları tercüme ettikten sonra ''Buradaymışlar.'' dedim cebimdeki diğer notu çıkarıp yan yana koydum. ''Bak,'' dedim, ''Yazılar aynı.''
''Gerçekten bir pamuk şeker almak için dışarıya mı çıkmış? Özür dilerim ama arkadaşın cidden aptalmış.''
''Tabii ki hayır!'' dedim, ''Pembe rengi ve şekerleri çok severim! Ayrıca ne zaman beraber dışarıda olsak pamuk şeker alır ve yeriz.''
''Sen ciddi misin?'' dedi gülerek.
''Bu kağıtta,'' dedim hastahanede bulduğum kağıdı göstererek, ''Eğer olur da uyanırsam diye etrafa ipucu bırakacaklarını söylemişler. Sanırım, buldum.''
''Bu bir ipucu sayılmaz.'' dedi Jun, ''Nerede olduklarını bilmiyorsun.''
''Evet ama en azından burada olmadıklarını biliyorum. Ve, güvenli yer olarak gösterilen bu yerden kaçmışlarsa mutlaka bir sebebi vardır.'' dedim. Ardından kalem aramaya devam ettim. En nihayetinde bir kalem bulduğumda hemen Jun'un eline tutuşturdum ve ''Bana buranın haritası lazım. Az önce söylediklerini çizmeni istiyorum.'' dedim.
Oturma odasına geçip kanepeye oturdu ve önündeki küçük sehpaya kağıdı koydu. Ardından hızlıca, az önce söylediği tüm o şehirleri yazıp, çizdi. Bana uzatıp, ''Ne yapacaksın?'' dedi. Yanına oturdum ve kağıdı alıp şöyle bir baktım.
''Sence, Tenneessee'den çıkmayı başarabilmişler midir?'' diye sordum, ''Baksana, David denen şu adamın eyaletin her yerinde adamları varmış. Bize silah doğrultan, garip adamlar.''