"Uyan tatlım, geldik." dedi Jun yanağımdan bir makas alırken. Normalde olsa o eli kırardım da, anormal bir durumdaydık ve sonuçta biz en yakın arkadaş olmuştuk.
"Neredeyiz?" dedim yattığım yerden doğrulurken, "Yine mi 5 saat uyudum?"
Minho, ''Hayır ama yaklaşık olarak üç saattir uyuyorsun.'' dediğinde Jun'a sinirle baktım. Bu çocuk neden beni hiç ciddiye almıyordu? Minho'ya dönüp, ''Neden beni yarım saat sonra uyandırmadınız?'' diye sordum.
''O uyandıracaktı, ben izin vermedim.'' dedi Jun, ''Hastaneden çıkalı çok olmadı Bestie. Dinlenmeye ihtiyacın var ve çoktan Blacksburg'e vardık. Yani Virginia eyaletinin güneybatısındayız. Bu yol üzerinden devam etmeyi başarabilirsek, üç saat sonra başkente varmış oluruz.''
''Bu yol üzerinden devam etmeyi başaramazsak?'' dedim alayla.
''O zaman Lynchburg üzerinden giderek, yaklaşık dört saat sonra varmış oluruz.'' diye cevap verdi kendinden emin bir şekilde.
''Peki araç neden hareket etmiyor Jun?'' dedim alayla ve göz devirerek.
''Acaba benzinimiz bitmiş olabilir mi bayan uykucu?'' dedi beni taklit ederek. O kadar komik görünüyordu ki gülmeden edemedim. ''Landsdowne sokağındayız ve az ileride, Mountain Breeze sokağı var.''
''Evet?'' dedim devam etmesini bekleyerek.
''Sanırım hala ayılamadın Bestie.'' dedi ve her bir hecesini vurgulayarak, ''Silahımız yok!'' dedi. Ben bu kısmı tamamen unutmuştum.
Minho, ''Oradaki evlerden bulabiliriz.'' dediğinde Jun ters ters baktı ve ''Aferin, zeki çocuk.'' dedi. Neden bilmiyorum ama bu ikili arasındaki buzlar hiç erimeyecekmiş gibi hissediyordum. Acaba ben uyurken ne yaptılar? Kavga etmeyeceklerini söylemişlerdi ama..
''Siz ben uyurken ne yapıyordunuz?'' dedim araçtan inerken. Jun ve Minho'da hemen peşimden inmişlerdi. Sağımızda kırmızı tuğlalardan yapılma bir bina vardı. Burasının ne olduğu hakkında Jun'un da bir fikri yoktu muhtemelen çünkü bana açıklama gereği duymamıştı. Önünde ve çevresinde araçlar vardı.

LANDSDOWNE SOKAĞI
Minho ve Jun sorumu duymazdan gelmişlerdi. Çok üstlerine gitmedim ben de. Ne olursa olsun, yine de birbirlerini koruyacaklarına emindim. Minho etrafa bakınıp, ''Neden şu araçlardan birini almıyoruz?'' dedi.
Jun, ''Çünkü sokak çok yakın ve gürültü yapmak istemiyorum. Evlerden çıkabilecek zombilerin gazabına uğramak istemezsin değil mi?'' dedi iğneyeleyici bir ses tonuyla.
''Jun,'' dedim Minho'ya üzülerek, ''Kaba davranıyorsun.''
''Bana bu herifin yanındayım deme sakın Beste!'' dedi alayla, ''Az daha ölüyorduk onun yüzünden!'' İnanamıyormuş gibi bakıyordu yüzüme.
''Ama ölmedik, değil mi?'' dedim oldukça sakin bir tonda. Evet, Jun bu konuda haklıydı ama hayatımda aptallık eden ve başımı belaya sokan sadece Minho değildi. Bu şekilde davranmasına izin veremezdim. Jun bana cevap vermeden yürümeye başladı. Minho ile geride kalınca, ''Aldırma.'' diyerek omuz silktim ve Jun'un peşinden gittim.
''Gelmedik mi?'' dedim koluna girerken. Belli ki tavır yapıyordu. İkisini de inanılmaz seviyordum. Tamam, belki Jun'u biraz daha fazla çünkü Minho... rüyamdaki kadar sevecen değildi.
Jun bana bakmadan, ''Yaklaşık on dakika sonra varacağız.'' dedi. Kolunu çekip, elini cebine soktu ve biraz daha hızlandı. Bende ellerimi cebime soktum. Adımlarını yakalamaya çalışıyordum ama daima benden öndeydi. Arkasından usulca adımlarını takip ederek gidiyordum. Bir anda Jun'a çarpınca arkasına dönüp kısa bir bakış attı.