Gözlerimi alarmın tatlı melodisiyle açtım. Tom Hiddleston, sevimli ingiliz aksanıyla uyanmamı ve bugünün yeni bir bölüm olduğunu söylüyordu..
Yeni bir bölüm...
Evet! Yeni bölüm! Bugün, Dünyalar Savaşı serisinin 3. kitabı satışa çıkıyordu. Herkesten önce o ilk basıma ulaşmalıydım.
Telefonumu elime alıp, istemeyerek de olsa alarmı kapattım. Üzgünüm Tom, şu an çok daha önemli bir işim var, seni sonra dinleyeceğim söz... Hızlıca kitabı alabileceğim alışveriş sitelerine baktım. Sabırla, aramaya devam ettim ama.. ne yazık ki tükenmişti. Bu kadar çok okunduğunu bilmiyordum..
Hayalkırıklığıyla, telefonumu bırakıp, kendimi tekrar yatağa bıraktım. Gözlerimi tavana dikip, orada geçen anılarımı düşündüm. Uzun zaman olmuştu.. neredeyse koskoca bir yıl geçmişti ve ben bu bir yıl içerisinde tekrar oraya gidebilmeyi başaramamıştım. Kendi hayatımdan zevk almıyordum, tek istediğim bir kez daha oraya gidebilmekti.. keşke fırsatım varken biraz daha vakit geçirseydim onlarla.
Telefonumun mesaj sesiyle irkildim.
Tuğçe: Mail geldi mi?
“Anlamadım, ne maili?”
Tuğçe: Work & Travel için başvurmuştuk ya.. sanırım yakın zamanda gidiyoruz.
“Bilmiyorum, kontrol etmedim gelen kutumu.”
Tuğçe: Evren.. arıyorum aç.
Hiç telefonda konuşacak havamda değildim ama Tuğçe'yi seviyordum. Üniversitede tanıştığım nadir, iyi insanlardan biriydi. Bu tür şeyleri konuşabileceğim, sabırla dinleyecek ve ne olursa olsun destek olacak bir kızdı. Çoğu zaman depresifti ama yine de moralimi düzeltebilen nadir kişilerdendi.
“Yine mi shifting deniyorsun Evren?”
Evet.. işte başlıyorduk.
“Bir yıldır, denemediğim bir gün bile yok Tuğçe.
Artık sormasan mı?”“Yedin bitirdin kendini,
gerçeklik değiştiricem diye sürekli uyuyorsun
ve bu şekilde sana ulaşmak çok zor.”“Biliyorum... özür dilerim ama,
onları çok özledim ve bu beni bitiriyor.
İlk defa kendimi bir yere ait hissettim.”“Bak, eğer kendini iyi hissetmeyeceksen
bu Work & Travel olayını erteleyebiliriz.”“Hayır,” dedim hemen,
“Sana söz vermiştim ve bu sözü tutmalıyım.”“Gerçekten sorun değil,
eğer istemiyorsan.”“Kapatalım mı?
Gidip valizimi hazırlayayım.”“Sakın o gün geç kalayım deme.”
“Tamamdır.”
Telefonu kapatıp, yataktan kalktım ve lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, aynadaki yansımama baktım. Fazla uyumaktan şişmiş göz altı torbalarım oldukça çirkin görünüyordu. Dean'in beni bir de böyle görmesini isterdim.. Hala bu çelimsiz, çirkin kızı tanrıçası olarak görür müydü merak ediyorum. Onu da özlemiştim.
Beste neler yapıyordu, Jun iki kola sahip olduğu için mutlu muydu, Martin hala onlarla yakın mıydı, Katie yine onlara zarar vermek için ortaya çıkmış mıydı; Philip, Dean'in havasız bodrum katında çürüyor muydu? Aklım hep onlardaydı ve günlük hayatıma odaklanamıyordum.