''Andrew'e ulaşmam gerek.'' dedim Pırıl'a ciddiyetle. Cevap vermeden öylece yüzüme bakınca, "Telsiz lazım ya da izleyecekleri rota."
"Bir sorun varsa bana da söyleyebilirsin."
"Oradaki insanların hepsine saldıramazsınız. Aralarında masum olanlar da var. Bu yüzden Andrew'e durmasını söyle."
"Eninde sonunda ölecekler zaten. Kaynaklarımız tükeniyor. Yağmalayacak bir yer kalmadı." dediğinde Pırıl'ın ilk defa acımasız yüzüyle karşı karşıya gelmiştim.
"Pırıl, çocuklar ve bebekler var. Olmaz!" dedim şaşkınlık ve öfke karışımıyla.
"Beste, her zaman, herkese yardım edemezsin tamam mı? Her zaman birilerinin hayatını kurtaramazsın. Ne yazık ki, bu dünya için fazla iyisin ve bu ölümüne sebep olacak. Artık biraz büyü." deyip, arkasına bile bakmadan yürüdü. Biraz ilerlemişti ki, büyük bir gürültü duyuldu.
Giriş kapısı yerle bir olurken, şiddetli rüzgar, 42 kilo olan benim savrulmama neden olmuştu. Çeşitli araçlardan, çeşitli adamlar indi ve her yere silah doğrultup taramaya başladıklarında şaşkınlıktan ortada mal gibi kalmıştım. Ta ki, Jun beni kolumdan tutup, kapının diğer çıkışına sürükleyene kadar.
"Kaç!" diye bağırdı, "Kızları da alıp geliyorum!"
Dediğini yapıp koşmaya başladım. İçimden geri dönmek ve savaşmak gelse de, yapamadım. Bir korkak gibi kaçtım. Ne kadar uzaklaştığımı bilmiyorum ama gördüğüm ilk eve daldım. Mutfağa doğru ilerleyip elime bir bıçak aldım. Evin içerisinde gezinip, zombi olup olmadığını kontrol ettim. Üst katta gezinirken, bir ses duydum.
Giriş kapısı yavaşça açılmış ve yavaşça kapatılmıştı. Elimi ağzıma bastırıp sessizce bir köşede bekledim. Gelenin kim olduğunu, zarar verip vermeyeceğini bilmiyordum.. Yavaşça merdivenlerden çıktığını duyabiliyordum. Şuan sadece anı kolluyordum.
"Pekala tatlım, anne çok yakında gelecek." diye mırıldandığını duydum adamın. Ses tonu tanıdık geliyordu ama mırıldanarak konuştuğu için çok emin değildim.
"Asıl sorun Bestie, Beste nerede?" dediğinde derin bir nefes alıp verdim ve saklandığım yerden temkinli adımlarla çıkarak, "Buradayım." dedim.
Jun irkilip, "Korkuttun beni!" diye yüksek sesle konuştu.
"Şşş, sessiz ol biraz. Kızlar nerede?" dedim, "Ve, Bestie neden Pırıl'la değil?"
"Kötü haber, onları yakaladılar ve araçlara bindirip götürdüler. Geriye kalanları da.. öldürdüler. Evleri ateşe verip öyle gittiler. Bestie'nin ağladığını duydum ve, biliyorsun işte, buradayız."
"Jun, hemen yola çıkmamız lazım!" dedim panikle. "Kızları, diğerlerinin oraya saldıramaması için kullanacaklar! Kızları koz olarak kullanacaklar! Hemen gitmeliyiz!"
"Nasıl bu kadar hızlı düşünebiliyorsun?" dedi şaşkınlıkla.
"Çok fazla strateji oyunu oynuyordum." dedim omuz silkerek.
Jun, Bestie'yi benim kucağıma bırakırken omuz silkerek, "Ben zombi temizlerim ama sen şunu taşı." dedi. Beraber sessizce evden çıktık.
Jun, Bestie ve ben bulunduğumuz yerden çıkıp, sessizce uzaklaştık. Etrafta pek zombi yoktu. Hatta bu kıyamete göre oldukça sessizdi.
"Bir planın var mı?" diye sordu Jun, ardından, "Senin her zaman bir planın vardır." dedi gülerek.
"Bir planım yok ama... araçların önünü kesip kızları kurtarabilirim. Sonra hep birlikte Andrew ve diğerlerini durdurabiliriz." dedim.