Gözlerimi açtığımda bir kafesteydim. Demir parmaklıklar ardına atılmıştım. Bırakın ayağa kalkmayı, konuşacak gücüm yoktu. Tüm enerjim emilmiş gibi hissediyordum.
"Hey," dedi biri, "Kendine geliyor."
Ses tonundan kız olduğunu anladığım bu kişi tepeme dikilmişti.
"Hey hey, bana bak, iyi misin?" diyerek başka biri daha geldi başıma. Zenci bir gençti.
"Kendimi çok güçsüz hissediyorum." dedim doğrulmaya çalışarak.
Doğrulmama yardım eden turuncu saçlı kız, "Bir vampir gibi tüm kanını emdiler de ondan." dedi.
"İşte," dedi sesini ilk kez duyduğum adam, "Biraz ye. Gücünü topla." diyerek yiyecek bir şeyler uzattı. İtiraz etmeden aldım. Tavrı Norman'ı anımsatmıştı.. Acaba o nasıldı? Umarım kızlara kaçırıldığımı söylememiştir..
Zenci, "Hızlı ol çünkü sana yiyecek bir şeyler vermek yasak." diyerek uyardı.
Turuncu saçlı kız önüme geçerek dışarıdan görünmemi engelledi. Ben de hızlıca yemeğimi yedim.
"Ben Dwayne." dedi Zenci, "19 yaşındayım."
Benimle yemeğini paylaşan adam da "Ben de Steve." dedi, "Çok önemli mi bilmiyorum ama, 25 yaşındayım.""Değil," dedim, "Ne isimlerimiz, ne yaşımız ne de nereden geldiğimiz.."
"Ben de Rachel." dedi gülümseyerek turuncu saçlı kız, "21 yaşındayım."
"Memnun oldum." dedim sırtımı demirlere yaslarken, "Lucy, diyebilirsiniz. 18 yaşındayım."
Dwayne, "Senden ne istiyorlar?" diye sorduğunda dik dik baktım.
"Sizden ne istiyorlarsa, onu." dedim.
Steve, "Sanmıyorum." dediğinde bu kez bakışlarımı ona çevirdim. "Hepimizden kan örneği aldılar ama senin kanını tamamen aldılar."
"Yani?" dedim anlamamazlıktan gelerek.
Rachel, "Bunun bir sebebi olmalı. Seninle alakalı veya değil.. Mutlaka olmalı." diyerek yanıma çöktü. Bu turuncu saçlı kıza kanım ısınmıştı.
"Arkadaşlarımın peşindeler." dedim. "Olayların başladığı gece buraya kaçırıldılar. Kurtulmayı başarmışlar. Şuan onları arıyorlar. Çok şey biliyorlar ve bu yüzden ölmeleri gerekiyor."
"Nasıl yani? Ne gibi?" dedi merakla Rachel.
"Burada neden tutulduğumuzu biliyor musunuz?" dedim alayla.
"Kanımızda hastalık olup olmadığına bakıyorlar. Olur da dönüşürsek diye buraya koyuyorlar. Hastalık yoksa, güvenli bölgeye götürecekler bizi. Sıcak su ve sıcak yemeğin olduğu bir yer." dedi Dwayne.
"Size söyledikleri bu mu?" dedim gülerek.
Steve, "Lanet olsun! Ters bir şeyler var değil mi? Zaten bu aptal senaryoya hiç inanmamıştım!" diye tısladı.
"Hey," dedim tüm ciddiyetimle, "Sakin ol."
Rachel, "Bu beni biraz korkuttu. Bilmediğimiz, ne biliyorsun Lucy?" dediğinde omuz silkip tüm bildiklerimi anlattım. Tanımadığım üç insanla yaptığım en uzun konuşmaydı bu; 48 dakika.
Dwayne, "Bu saçmalığa inanmamızı bekleyemezsin değil mi? Dünya senin etrafında dönmüyor prenses." dediğinde tekrar alayla ve gülerek, "Aptal hayal dünyandan çıkıp gerçeklere bakacak mısın?" diye cevap verdim.
Steve, "Öyleyse burdan kaçmanın bir yolunu bulmalıyız." dediğinde onu alayla alkışladım.
"Vay be! Çok zekisin!" dedim. Ve sağda, solda geçebileceğim bir delik var mı diye bakındım. Şu parmaklıkların arasından vücudum geçerdi ama kafam geçmezdi. Soğuk demirleri tutup, kafamı ordan geçirmeyi denedim.
Rachel, "Kafan ordan sığmaz. Vücudun geçse bile kafan sıkışır, kalırsın öyle." dediğinde kendimi geri çektim.
Ne zekisiniz siz öyle anasını satayım ya(!)
"Yemek getiren kişi içeriye giriyor değil mi?" dedim. "Onu etkisiz hale getirip kaçabilirim."
Dwayne, "Her yerde alarmlar var. Anında enselenirsin. Sonun pek iyi olmaz." dedi.
Rachel, "Ölmek istemiyorum galiba." dediğinde Steve sinirlerek, "Her iki türlü de öleceğiz zaten. Sadece biraz hızlandırıyoruz ve belki kurtulabiliriz bile." dedi. Dwayne sadece göz devirdi.
"Siz kalın. Ben gideyim. Hayatta kalırsam söz gelip alacağım sizi." dedim.
Biraz düşündüler. Bir karara varamadıkları için; "Yemeğe kaç dakika var?" diye sordum.
"35 dakika." dedi Rachel bileğindeki saati kontrol ederken. Pembe renkte, barbie figürlü bir çocuk saatiydi.
"Güzel saat." dedim gülerek baktığımı fark edince, "Barbie fanı mısın?"
Yarı gülerek, yarı hüzünlü bir şekilde cevapladı, "Babamın ilk ve son hediyesi."
"Üzgünüm." dediğimde, Asyalı'nın sesi kulaklarımda yankılandı, 'hayır değilsin..'
Galiba onu bile özlemiştim..
"Planın ne?" dedi Steve.
"Gizlice anahtarları yürüteceğim ya da farklı bir yol izleyeceğim, bilmiyorum." dedim.
Dwayne, "Anahtarları alabilirim." dediğinde şaşırmıştım. Beni onlara gammazlayacağını bile düşünmüştüm ama o yardım ediyordu. O kadar dikkatle bakmış olacağım ki, "Hırsızdım." dedi öylece.
Steve ve Rachel muhtemelen bu ayrıntıyı bilmiyorlardı ki onlar da şaşırmışlardı.
"Hayatta hırsızlara da ihtiyacımız olabiliyor, bakmayın öyle." dedim gülerek.
Yemeğe son 5 dakika kala, ilk uyandığım noktaya geri gidip, yattım ve gözlerimi kapadım. Demir kapı açıldı. Gözlerimi hafif araladım. Direkt olarak adımlar bana doğru geliyordu. Eğilip nabzımı kontrol ettikten sonra, "Uyanık olduğunu biliyorum." diye fısıldadı. Gözlerimi açtığımda, belki otuzlu belki de kırklı yaşlarında bir adamla karşılaştım. Deri ceket giymiş, tam karşımda elinde benim beyzbol sopamla durmuş, gülümsüyordu.
"Günaydın bebeğim." dediğinde tepki bile vermedim. Doğruldum ve diğerlerine baktım. Diğerleri de ne tepki vereceğini bilmiyordu. Bu adam kimdi?
Beni buraya getiren kadın, "JD, insanlarımızı alamazsın." dediğinde ürperdim.
Adam net 1.85 vardı. Ayağa dikildiğinde bir devin yanına, cüce kadar kalmıştım. Ha ayağa kalkmışım, ha kalkmamışım; farketmiyordu.
Adının JD olduğunu öğrendiğim bu adam, "Neyi istersem onu alırım Yaşlı Katie." diye sert bir cevap verdiğinde beynimde şimşekler çaktı. Korkudan midem kasılmıştı. Ağzımı açıp bir şeyler söylemek istiyordum ama dilim tutulmuş gibiydi.
"O bize lazım." dedi Katie. Burada kalmak daha güvenli hissettiriyordu şuan.
Adam, "Uumruumdaa deeğiil!" dedi melodik bir şekilde. Bana dönüp, "Hem, eminim benimle gelmek isteyecektir." dedi.
"Minho'yu bana geri ver." dedim.
"Minho mu?" diyerek beyzbol sopamı omzuna koydu, "O artık bir leydi. Adı Lucy."
"O benim beyzbol sopam!" dedim öfkelenerek.
Sadece güldü ve adamlarına, "Alın bunu da." diye emir verdi. "Bu"dan kastı bendim.
Tanrım, burdan çıkmak istedim ama bu şekilde değil!
İnsanın ne dilediğine dikkat etmesi gerekiyor..