Yürümekten ve zombi öldürmekten bitkin düşmüş bir haldeydim. Artık bacaklarım bedenimi taşımıyordu. Zombilerden olabildiğince kaçıyordum. Savaşacak gücüm de kalmamıştı. Bir başımaydım ama en önemlisi kendi yolumdan ilerliyordum. Yapacağım şey belliydi. Yapmam gereken şey...
Benim için, bizim için her şeyin başladığı yere geri dönmeyi başarmıştım. Hava biraz kararmıştı. İlk gün bir heyecanla taşındığımız apartmanı görünce hiç düşünmeden girdim. Bir gün mutlaka buraya döneceğimi biliyordum. Merdivenlerden çıkıp 6 numaranın önüne gelince durdum. Asyalı'nın kız kardeşi, öldürmek zorunda kaldığım bir insan ve diğer leşler.. Gerçi o, öldürmek zorunda kaldığım insan önce davranabilseydi bizi öldürecekti ama.. Nefsi müdafa sayılır mıydı bu?
Kilide anahtarı sokmayı denedim. Girmemişti. Tekrar denedim. Tekrar, tekrar ve tekrar.. Girmiyordu! Sessizce durup içeriyi dinledim. Adım gibi emindim içeride birinin olduğuna.. O gece kızların üzerine anahtarlarını almadıklarını da biliyorum.. O zaman, kim?
Tüm cesaretimi toplayıp kapıya beş kere yavaşça tıkladım. Ardından kapının arkasından bir ses duydum; "Beste?"
Bu Ada'ydı!
Bu kadar kolay olacağını hiç düşünmemiştim!"Ada," dedim, "Aç kapıyı, benim."
Ada kapıyı yavaşça açtı. Beni karşısında görünce ağlamaya başladı ve boynuma sarıldı. Ben de ona sıkı sıkı sarıldım.
Şimdi, sadece bir dakika durun ve düşünün; canınızdan bir parça olan, değer verdiğiniz, sevdiğiniz insanın veya insanların öldüğünü. Acıtıyor mu? Sol yanınızda bir acı var mı? Belki de bunu düşünürken nefes almayı bile unuttunuz. Ölümün düşüncesi bile nefes kesiyor, değil mi? Ölüm var. Ölüm gerçek. Ölüm kaçınılmaz. Bu yüzden sevdiğiniz insanlarla her defasında vedalaşır gibi sarılın. Belki benim gibi vedalardan nefret ediyorsunuzdur, anlarım ama.. sarılın. Öpün. Gülün. İltifat edin. Kalp kırmayın. Belki karşınızdaki insana son vedanızdır; son öpücüğünüz, son gülümsemeniz, son iltifatınız. Bu yüzden, sıkı sıkı sarılın..
Ardından içeri geçip kendimi kanepelerden birine bıraktım. Oturmak o kadar iyi gelmişti ki.. Ada'da yanıma oturdu.
"İyi ki o gece ben de anahtarımı üzerime almışım!" dedi yarı sevinçli bir halde.
"Nerelerdeydiniz? Sizi nereye götürdüler? Kızlar nerede?" dedim üçüne de işe yarar cevaplar almayı umarak.
"Beste bizi Kulübe denen bir yere götürdüler!" dedi heyecanla. "Bizim gibi çok fazla insan vardı. Ve.. garip bir şekilde topladıkları insanları bağlayarak kulübelerde tutuyorlardı. Bir de Kafes dedikleri yerler var. Orada da şu iğrenç yaratıkları tutuyorlar."
"Peki," dedim, "Kızlar nerede?"
"Dinle beni bi," dedi gergin şekilde, "Bu şeyi başlatan insanlar orada. Ve yakaladıkları insanlar üzerinde deneyler yaparak, panzehir üretmeye çalışıyorlar. Pırıl, gider gitmez Mike denen birinden bilgi almayı başardı. Normalde yasak. Mike bize, profesörlerden duyduklarını anlattı. İnsanlık ömrünün uzatılması için bir kaç formül geliştirilmiş ve bunlar fareler üzerinde denenmiş. Ardından fareleri zehirleyerek öldürmeyi denemişler. Fareler dönüşmüş Beste! Evet yaşıyorlar ama bir yaratık olarak. Eh, fareler saldırgan bir hâl alınca işler çığrından çıkmış. Yani her şeyi başlatan bu insanlar! Bunu düzeltmeye çalıştıkları bi' labarotuvarları var lakin her hücrenin yerine yenisinin koyulması mümkün değilmiş. Bilirsin, biyoloji dersinde görmüştük bazı hücreler ölünce yerine yenileri gelmiyor. Yani, kendini yenileyemeyen hücrelerden bazıları da beyinde bulunuyor Beste.. Yine de denemeye devam edeceklerini de belirtti bize. Hepimizi o gece ölüme götürdüler. Eylül, daha ilk dakikada kendini araçtan attı. Şanslıydı ki onu aramak için geriye dönmediler. Zaten o gece çok fazla zombi vardı. Şey, ölmüş bile olabilir."