Gözlerimi açtığımda karanlık çökmek üzereydi ve hala yola devam ediyorduk. Gökyüzü kızıldı. Bulutlar parça parçaydı. Camdan görebildiğim küçük resim buydu. Doğrulup, camdan göremediğim kısma da baktım. Terkedilmiş yıkık dökük bir şehir.
''Sonunda uyandın.'' dedi Jun.
''Sana beni yarım saat sonra uyandırmanı söylemiştim.'' dedim.
''Bir kaç kez çağırdım ama uyanmadın. Hala hayatta olup olmadığını kontrol ettikten sonra uyumana izin verdim.'' dedi dikiz aynasından bakarken.
''Kaç saat uyudum ben?'' dedim.
''Yaklaşık beş saattir uyuyorsun.'' dedi ve yan koltuğa uzanıp eline bir kutu ilaç ve bir şişe su aldı ve bana uzattı. ''Yol üzerinde eczane gördüm. Biraz Parasetamol* buldum.''
(Parasetamol: ateş düşürücü, ağrı kesici ilaç.)
''Teşekkür ederim.'' diyerek elinden aldım. Tam birini yutacakken, ''Önce bir şeyler ye. Daha kötü olmanı istemiyorum.'' dedi ve bir de sandiviç uzattı. Haklıydı. Elinden sandivici alırken, ''Şey, çantanda buldum. Birini ben yedim.'' dedi.
''Problem değil.'' dedim. ''Ne kadar yolumuz kaldı?''
''Trafik olmadığı için yarım saate Tennessee'deyiz muhtemelen.''
Cevap vermeden sandivicimi yemeye koyuldum. Her lokmamı yavaşça çiğneyerek yiyordum. İlk lokmamı yuttuğumda ne kadar acıkmış olduğumu fark ettim. Bu cehennemin ortasında yemek yemek insanın aklına bile gelmiyordu. Sandivicim bittiğinde bir iki yudum su içip ardından hapı yuttum ve yine biraz su içtim. Ancak şişeyi yarılamıştım.
''Uyanmanı bir mucize olarak görmüyor musun?'' dedi aniden. ''Ben öyle görüyorum. Sen uyanmasaydın belki de ben orada ölecektim.''
''Bilmem,'' dedim, ''Ben olmasaydım bile mutlaka başka biri seni fark ederdi.''
''Saçmalama!'' dedi, ''Çoktan ölmüştüm!''
''Tanrı hayatta kalmanı istiyorsa, kalırsın.'' dedim camdan dışarıya bakarken.
''Ah.. Tanrı.. İnançlı biri misin?'' dediğinde suratında garip bir ifade vardı. Rahatsız olmuş gibi..
''Jun, yoluna bak. İnançlı olsam ne değişir?'' dedim. Ardından yüzündeki ifadeyi yakaladığımda gülerek, ''Hayır, rahibe falan değilim.'' dedim.
''Bir an beni Tanrı'ya inanmaya zorlayacaksın sandım.'' dedi gülerek.
Cevap vermedim. Yaklaşık 15 dakika sonra yine konuştu:
''Ve, artık Tenneessee'ye resmi olarak giriş yaptık.'' dedi, ''Sıra şu güvenli yeri bulmakta.''
''Tam olarak nerede olduğunu biliyor musun?'' dedim.
''Knoxville.'' dedi hızlıca.
''Peki, sen neden hala Atlanta'daydın? Neden bu güvenli bölgeye gelmedin?'' diye sordum.
''Beraber yolculuk yapabileceğim bir arkadaşım yoktu.'' diyerek cevapladı sorumu. Ardından, ''Şu an Chattanooga şehrindeyiz.'' dedi, ''Knoxville, yaklaşık iki saat uzaklıkta.''
''Benzin ne durumda?'' dediğimde araba durdu. Jun bana dönüp, ''Şaka yapıyor olmalısın! Bu bir şaka olmalı!'' dedi inanamayarak.
''Benzinimiz mi bitti?'' dedim gülerek, ''Umarım yakınlarda bir araç veya benzin istasyonu buluruz.''
''Son benzinimizdi.'' dedi omuz silkerek, ''Yürüyerek devam edeceğiz.'' Ardından arabadan indik ve Jun kendi kendine söylenmeye devam etti. ''Bebeğimi burada bırakmak zor olacak.. Geri dönüp onu alır mıyız? Muhtemelen birileri onu almış olur. Ah, bu çok üzücü. Onu bırakıp nasıl gideceğim ben?''