Oldukça keyifli bir akşam yemeğinden sonra Andrew, Lauren ve Melissa kaldıkları eve gitti. Norman da benimle vedalaşıp, oraya -teknik olarak Melissa'ya- gitmek üzere uzaklaştı. Buz gibi olan bu adamın, bana sarılması çok değişik hissettirmişti, gitmeden önce kulağıma, "Geri gel bücür." diye fısıldamayı da ihmal etmemişti.
Masada sadece Martin, Saye, Jun, Beste, Cemre ve ben kalmıştık. Dakikalardır ölüm sessizliğinde oturuyorduk. Onlardan ayrılmayı hiç istemiyordum ama artık gitme vaktiydi.
"Çocuklar, benim artık gitmem gerek." dedim derin bir nefes alırken.
"Sonunda vakit geldi demek." dedi Martin, "Lütfen diğer hayatında beni bul. Seninle vakit geçirmek çok keyifli!"
"Beni de bul!" diye konuştu Jun heyecanla, ardından hüzünle, "Muhtemelen hiç arkadaşı olmayan, yalnız biriyimdir. Burada olduğu gibi. Benimle arkadaş ol, olur mu?"
Gözlerim dolduğunda, ağlamamak için gökyüzüne baktım ve başka şeylerle ilgilenerek, "Olur, denerim." dedim.
"Bizi de bulabilir misin peki?" dedi Beste merakla, "İki farklı evrende de arkadaş olma ihtimalimiz var mı?"
"Bilmem, denerim ama seninle ve arkadaşlarınla anlaşabilmek biraz zor Beste. Sen çok soğuk birisin, Saye çok öfkeli, Cemre kıskanç, Pırıl kibirli, Eylül donuk ve Ada şüpheci.. Böyle bir grupla arkadaş olmak isteyeceğimi düşünmüyorum." dedim gülerek.
"Bence bir sihir bizi tekrar bir araya getirecektir." dedi Saye. Cemre de onu onayladı. Umarım dedikleri gibi olurdu..
Oturduğum yerden kalktığımda hepsi de benimle beraber kalktı ve bana gelip, sıkıca sarıldılar. Jun, kolu için bir kez daha teşekkür etti. Martin, geri gelmemi istedi. Beste, Saye ve Cemre, kendime çok dikkat etmemi söyledi...
El sallayıp, oradan yavaşça uzaklaştım. Yol boyunca kendimi nasıl öldürsem diye planlamaktan başıma ağrı girmişti. Yüksek bir binadan mı atlasam yoksa zombilere mi yem olsam? Çok acılı olurdu.. Scriptimden acı hissetmeyeceğim detayını silmemiş olmayı diledim.. fakat silmiştim. Çünkü öldüğümü hissetmeliydim ancak böyle kendine hayatıma dönüp, uyum sağlayabilirdim.
Saatlerdir yürümekten bitkin düşmüş bir halde, zombilerden uzak bir yere oturdum. Evet Evren, kahramancılık oyununun sonuna geldin, şimdi bunu nasıl bitireceksin bakalım?
Bir grup zombi bana doğru gelirken, silahsız olduğumu hatırlayıp, sessizce ayağa kalkıp, uzaklaştım. Olabildiğince sessiz ve hızlı hareket ediyordum. Zombiler kokumu aldığında, saldırganlaşıp, bana doğru olabildiğince hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı.
Yerde bulduğum demir bir çubuğu alıp, hemen önümdeki zombinin kafasına sapladım ve oradan koşarak uzaklaşmayı denedim. Önceden olsa dert etmezdim, çünkü zombiler beni görmüyordu ve ölümsüzdüm. Şu an, bir ölümlü olarak zombilerin arasında kalmıştım. Her tarafımı sardıklarında, bir binanın çatıya çıkan demir merdivenlerine tırmandım. Yüzlerce zombi, benim buradan düşmemi bekliyor gibiydi. Şanslıydılar ki benim yükseklik korkum vardı.. daha fazla burada duramazdım. Belki de ölümüm bu şekilde olmalıydı. Ölümümü planlamamış olmak ne büyük hataydı..
Kendimi onların arasına bırakmayı düşünürken, zombilerin benden uzaklaştığını farkettim. Hepsi tek tek, benden uzaklaşıp, benim geldiğim yönün tersine doğru ilerliyordu. Bunu yapan kesinlikle Beste'ydi, beni güvende tutmak istemiş olmalıydı..
İstemsizce gülümseyip, zombilere yem olmamış olmanın verdiği mutlulukla merdivenden indim. Bu insanlar, bu şeylerle sürekli dip dibeydi ve nasıl baş ediyorlardı, inanılmazdı.. Zombiler adeta beni görmüyor, hipnoz olmuş gibi yanımdan geçip gidiyorlardı.