2.19

29 4 0
                                    

Saatlerce durmadan ilerlemiştik. Jun kasıtlı olarak yavaş gidiyordu ve her seferinde onu uyarmak zorunda kalıyorduk.. Bahane olarak da tek kol ile sürmek zorunda olduğundan yavaş gittiğini sunuyordu. Minho'nun sürmesine izin vermiyordu. Martin ise nasıl araç kullanılacağını bilmiyordu ve ehliyeti yoktu. Norman ise nasıl araç kullanılacağını bilmediğini, hep motosiklet kullandığını ve canımızı tehlikeye atmak istemediğini söylemişti.

''Jun lütfen, lütfen biraz hızlı git!'' dedim dayanamayıp. Sinirlenmeye başlıyordum ve bu başımın ağrımasına sebep oluyordu.

''Tamam, geldik zaten, 15 dakikalık bir yolumuz kaldı.'' dediğinde derin bir nefes alıp verdim. Acaba Philip'i orada bulabilecek miydik?

Minho, ''Gergin misin?'' diye sorduğunda Jun benim yerime cevap verdi, ''Evet, sen burada olduğun için baya gergin Minho. Bize bir iyilik yap ve başımızı belaya sokma olur mu?'' dedi ciddiyetle.

Jun'a sahte bir gülümsemeyle bakarken, Minho'ya cevaben ''Hayır.'' dedim

Norman tüm bunlardan bağımsız bir şekilde ''Philip nasıl biri? Yani dış görünüş olarak?'' diye sordu.

''Orta boylu, zayıf ve hala önlükle dolaşan muhtemelen 30'larında bir adam.'' dedim. ''Bir de siyahi.''

Martin, ''Neden ırkçılık yapıyorsun ki? Siyahi olması neyi değiştirir?'' diye çıkıştı.

''Aptal mısın?'' dedim boş boş bakarak, ''İçeride başka önlükle dolaşan biri daha varsa ayırt edebilmeniz için söyledim. Bana ne yoksa isterse ten rengi mavi olsun, avatar gibi dolaşsın.''

Saye, ''Cidden gerginsin.'' dediğinde göz devirdim.

''Çünkü bana ne olduğunu bilmiyorum. O adamı orada bulabilecek miyiz onu da bilmiyorum..'' dedim.

Ada, ''Bence kesin hala oradadır.'' dediğinde Cemre de onu onayladı.

Arabanın acı fren sesiyle sarsıldığımda Martin kafamı çarpmamam için elini siper etmişti. Yüzüne dik dik bakınca omuz silkti. Bu Hintli çocuğu sevmeye başlamıştım. En azından Jun ile iyi anlaşıyordu ve... ölürsem yalnız kalmayacaktı.

Minho, ''Geldik!'' diye bağırdığında Jun onu öldürecekmiş gibi baktı. ''Bana şöyle bakmayı kes.'' dedi Minho.

Jun alayla, ''Nasıl bakmayı?'' dedi.

''Öldürecekmiş gibi.''

Jun alayla karışık bir kahkaha atarak, ''Ben değil ama sesini kilometrelerce uzaktan duyan zombiler seni öldürecek.'' dedi ve bana dönüp, ''Gerçekten bu herifi yanımıza almak zorunda mıydın?'' dedi.

''Tartışmayı bırakın da içeri girelim.'' dedi Norman araçtan inerken. Etraf oldukça sessizdi. Zombilerden eser yoktu.

Cemre, ''Neden hiç zombi yok?'' diye mantıklı bir soru sordu.

Ada, ''Evet, bu çok ilginç.. ve ürpertici biraz.'' dediğinde Saye ona baktı. Ada Saye'ye, ''Yani alışılmışın dışında bir şey o yüzden ürpertici.'' diye açıklama yaptı.

Hepsi ellerine birer silah aldığında Norman uyardı, ''Cephanemiz az. Ölüleri mümkün olduğunca bıçaklarınızla öldürmeye çalışın. Mermileri canlılar için kullanın.''

Ardından temkinli adımlarla Piedmont hastanesinin içine doğru ilerledik.

Buraya geri dönmek eziyet gibiydi.

Daha kapıdan içeri girer girmez biri karşılamıştı bizi. Muhtemelen 50-55 yaşlarında siyahi bir adamdı. Ellerini yavaşça havaya kaldırdı ve gülerek, ''Hoşgeldiniz.'' dedi. "Ben Gabriel."

DÜNYALAR SAVAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin