"İki limonata ve iki cheesecake." dedi Tuğçe koşa koşa gelirken. Hızlıca hazırlayıp, sorunlu çifte götürmesi için ona verdim. Evet, burada işe başladığımdan beri, her gün aynı saatte buraya geliyorlardı ve sanki onlara çalışıyormuşuz gibi davranıyorlardı. Görgüsüz ikili.
Tuğçe geri gelip, soluklanırken, "Şu Beth ve Max çifti tüm enerjimi sömürüyor." dedi.
"Enerji vampirleriler çünkü." dedim omuz silkerek, "Bir an önce giderler umarım."
Tükenmiş bir halde yanımıza gelen Beyza, "Masa 35 ile özel ilgilenebilir misiniz, ben tükendim çünkü." dedi.
"Neden özel?" dedi, çalışmasına gerek olmayan Simge. Ardından soğuk kahvesini yudumlayıp, telefonunda bir şeylerle ilgilenmeye devam etti.
Beyza, "Çünkü Melissa'nın misafiri." diyerek açıklama yaptı.
Simge göz devirerek, "Melissa kim Beyza?" dedi.
"Kafenin sahibi olan, Melissa.. ve orada oturan kadın, Lauren, o'nun çok yakın arkadaşı." diye cevapladı Simge'nin sorusunu. "Sen kiminle yazışıyorsun ya sabahtan beri?"
Simge, mesaj yazmaya devam ederken, "Diego. Las Vegas'a geliyor." dedi kısaca.
"O niye?" dedi Tuğçe şaşırarak, "Kız kıza takılacağımızı söylememiş miydin?"
"Evet Tuğçecim, takılacağımızı söyledim ama siz çalışıyorsunuz ve benim çalışmama gerek yok. Ben tatil için geldim.. Sizinle haftasonu takılırız, Diego'yla hafta içi Amerika turu yaparız." dedi, gözlüğünü takarken. Ardından, "Ben çıkıp biraz alışveriş yapayım, Diego'yla buluşurum, akşam görüşürüz." diyerek kafeden çıktı.
Beyza, "O'nu buraya getirmek iyi bir fikir miydi?" diye sordu bıkmış bir tavırla.
"En azından mutlu." dedim tezgahı silerken.
Tuğçe, kapıdan içeri giren adamı, Lauren'ın masasına götürmek için harekete geçtiğinde, Beyza fısıldayarak, "Bu adam bu kadını üzer." dedi.
"Andrew mi? Sanmıyorum." dedim ben de.
Beyza şüpheyle, "Adını nereden biliyorsun?" diye fısıldayarak sorduğunda omuz silktim ve, "Melissa ile Norman konuşurken duydum." dedim.
"Ne konuşuyorlardı? Sence Andrew nasıl biri? Bana daha çok kirli işler yapan biri gibi geliyor." dedi Beyza olabildiğince kısık sesle, Türkçe konuşurken.
Ben de fısıldayarak, "Beyza.." dedim, Beyza tüm ilgisini bana verdiğinde, "Seni anlamazlar, Türkçe bilmiyorlar.." dedim gülerek.
Beyza da gülüp, "Haklısın." diye fısıldadı, ardından normal ses tonuyla, "Minho'dan hala haber yok mu? Kayıplara karıştı resmen." dedi.
"Jun haber vereceğini söylemişti, belki de unuttular." dedim.
Beyza da kapıdan içeri giren müşteriyi bir masaya oturtmak ve menülerini verip siparişlerini almak için yanımdan ayrıldığında, yalnız kalmıştım. Telefondan kafasını kaldırmasa da Simge'nin yanımda olduğunu bilmek güzeldi.. o da müstakbel eşi Diego için yanımdan ayrılmıştı.
Minho'dan ise günlerdir haber yoktu, kayıptı. Cumartesiyi pazara bağlayan gece, beraber doğum günümü kutladıktan sonra, sabah bir anda ortadan kaybolmuştu. Dean ile konuşmalarımızı hatırlıyordum, Minho'yu sorduğunu hatırlıyordum ama o'na zarar verme ihtimali.. bilmiyorum, neden bunu yapsın ki?
"Evren, iyi misin?"
İrikilip, arkamı döndüğümde Norman ile karşılaşmıştım. Bir de bu durum vardı tabii.. Dünyalar Savaşı karakterlerini, tek tek kafamda canlandırıp, çizmiştim ve shifting scriptime eklemiştim. Şimdi ise, tüm çizimlerim hayat bulmuş gibiydi. D.S. serisinde Atlanta Polis Departmanı'nda bir şef olan Andrew, şu an Las Vegas'ta bir dedektifti ve Norman da o'nun en yakın arkadaşıydı. Birlikte çalışıyorlardı. Norman, bu hayatında da oldukça iyi iz sürüyordu..