Tanışma🌼

300 32 80
                                    

Bana dokunmayan yılan bin  yaşasın diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz...
                    Fatih Sultan Mehmet



Önünde askerlerin nöbet tuttuğu bir kapıya geldiğimizde atlar yavaşladı. İçeri girdiğimizde diğerleri durarak askerlere selam verirken benim üzerimde olduğum at durmamış önümdeki adam hızla ilerleyerek devam etmişti.

  Hemen hemen meydan denebilecek bir açıklıkta diğerlerine nazaran büyük bir çadır vardı. Önünde durduğumuzda önce asker indi. Sonra elini uzatarak inmeme yardım etti. Ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Hala bunun bir şaka olduğunu düşünmek istiyordum.
  Asker önden ilerlerken bende arkasından koşturuyordum. Çünkü adamın tek bir adımı benim 4 adımıma eşti. Çadırın  kapısına geldiğimizde dönerek bana baktı.
- Sen burada bekle hatun.
-T-tamam. Dedim.
   Asker önden içeri girdi ve 15 dakika sonra dışarı çıktı. Bu sürede üzerimdeki ince şala iyice sarılmış ısınmaya çalışıyordum. Keşke bu kıyafetler yerine kalın bir şeyler  giyseydim. Gerçi yaz ayındaydık. Yani öyle olmamız gerekiyordu. Peki yaz ayında böyle soğuk bir yerde olmayı nasıl başarmıştım. Bunun iki ihtimali vardı.
Ya bir şekilde dünyanın öbür uçundaydım. Yada gerçekten zamanda yolculuk yapmıştım. Peki bu mümkün müydü? 

 
   Dışarı çıkan asker içeri girmemi söyleyerek uzaklaştı. Üzerimdeki şala mümkünmüş gibi daha da çok sarılarak çadırın kapısını araladım. Ve içeri girdim.
   Büyük bir sedirin üzerinde oturan 25 yaşlarındaki adam her haliyle bir soylu olduğunu gösteriyordu. Yanında duran büyük kılıcı başındaki gümüş başlığı ve yüzündeki sert ifadeyle sorumlu olduğu belliydi.
Yani ya komutan yada bey falan olmalıydı. Nasıl davranmam gerektiğini bilmediğimden ellerimi önümde bağlamış öylece yere bakıyordum. Süren sessizliği kapamak istercesine söze girdi.
- Söyle bana adın nedir senin hatun? Dedi.
-B-ben Pina.
-Pina dedi, aklında bir şeyleri tartar ve düşünür gibi. Sonra devam etti.
- Alper bana kimlerden olduğunu anlattı. Gidebileceğin bir yer yok mu?
-Hayır. Ben, ben daha önce topraklarımızdan hiç uzaklaşmadım buraları bilmem ben. Dedim korkuyla.
-Tamam sakin ol hatun. Seni kurtlara yem edecek değiliz. Bak, Seni beyliğe alamam. Yani babamdan habersiz. Ama yardım edecektir sana. Şu an seferdeyiz. Her şey düşündüğümüz gibi ilerlerse 1 hafta sonunda geri dönebiliriz. O zamana kadar burada kalabilirsin. Ama hiç bir şart altında kamptan uzaklaşmazsın. Unutma bir savaş var.
    Harika kendimi savaş meydanında bulmuştum. Ama kabul etmekten başka bir seçeneğim yoktu.  O yüzden kafamı salladım.
-İyi o halde sana bir çadır hazırlatmalarını söyliycem. Yakın bir kasabadan da giysi bulması için askerlerden birini gönderirim. Sen beni burada bekle. Diyerek hızla çadırdan çıktı. 

  Arkasından bakakalırken kendimi çabuk toparladım. Ve çadırı incelemeye başladım. Zemini direk toprağa temas eden çadır, bildiğimiz tarihi filmlerdeki çadırlara benziyordu. Ancak daha gerçekçiydi. Çadırın içinde yalnızca bir sedir ve bir büyük sandık  vardı. Sedirde  biraz önceki adamın oturduğu sedirdi zaten.
    Aradan bir süre geçtikten sonra çadırın kapısı tekrar aralandı.
  İçeri  giren adam önce beni baştan aşağıya süzdü. Sonra hızla yerine oturdu.
-Ben Turhan beyliğinden bey oğlu Oğuzalp.  Senin için bir yer ayarlattım. Dışarıdaki asker sana çadırına kadar eşlik edecek. Çekilebilirsin. Dedi.
   Kafamı sallayarak çadırdan çıktım. Yüzüme bakmamıştı bile. Kendini ne sanıyordu acaba. Altı üstü bey oğlu.  Bizim zamanımızda ancak egosu tavan yapan pisliklerden biri olabilirdi.

 
   Çadırın önündeki asker yüzüme bir kaç saniye baktıktan sonra hiç bir şey söylemeden ilerlemişti. Tabi bende peşinden. Yemin ederim bu devrin erkekleri bir tuhaftı. Oğuzalp'in çadırına nazaran daha küçük bir çadıra geldiğimizde asker durdu. Ve çadırı işaret ederek,
- Burası sizin. İçeride kıyafetler var. Ben sizi yalnız bırakıyım. Diyerek gitti.
  Tabi bende çadıra girdim. Yine sadece bir sedir vardı. Tabi bide sedirin üzerinde nasıl giyeceğimi bilmediğim tuhaf kıyafetler.

______________________

Oğuzalp

Çadırımda otururken Pina'yı düşünüyordum. Söylediği beyliği daha önce duymamıştım. Bir şeyler saklıyor gibiydi. Ancak düşmanını yakında tut düşüncesinden dolayı burada kalmasına izin verdim. Kız her haliyle buraya ait değil gibiydi. Farklıydı.
   Saf mı yoksa fazlamı akıllı anlayamamıştım. 

  Kaldı ki üzerindeki tuhaf kıyafetlerde iç çamaşırından çok yabancı bir beyliğin geleneksel kıyafeti gibiydi. Belki de bir casustu. Ama bir casusun bizim dilimizi bu kadar iyi konuşması beklenmezdi. Gerçi Pina da fazla konuşmamıştı ama nedense onun hain olmadığına yürekten inanıyordum.
- Efendim gelebilir miyim? Diyen seslenen alper'in sesiyle kendime geldim.
- Gel!
  Alper en güvendiğim adamımdı. Aslında çocukluk arkadaşımdı. Birlikte büyümüştük. Ama o zamanla aramıza set çekmişti. Ona bunun nedenini ne zaman sorsam olması gerekenin bu olduğunu söylüyordu.
- Efendim yemeğinizi getirdik. Dedi Alper. Arkasından birkaç asker ellerinde yemeklerle girmişlerdi içeri.
- Pina hatuna yemek götürdünüz mü?
- Hayır efendim.
-Hemen götürün.
-Tamam efendim. Dedi Alper ve izin isteyerek çıktı çadırdan.
   Bense aklımdan uzaklaştıramadığım ela gözleri düşünüyordum sadece.

pinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin