Bazen hiç bir şey yapmazsınız. Hiç bişey hissetmezsiniz. Sadece beklersiniz. Umutsuzca beklersiniz. Ne tuhaf öyle değilmi? En hissiz olduğunuz anlarda bile aslında bişeyi delice istersiniz.
Ben küçükken şarkı söylemeyi çok severdim. Belkide bu yüzden konservatuar seçtim. Ama şarkı söylemedim. Ben üniversiteye başladığımdan beri hiç şarkı söylemedim. Çünkü en son üvey annemle birlikte söylemiştik.
O gittikten sonra söyleyemedim. Ama yinede umutsuzca konservatuar bölümüne girdim. Aptallık mı bu? Hayır. Sadece bazı şeyleri ne kadar istediğimizi gösterirdi.
Şimdi neden bunları düşündüğümü merak ediyosunuz öyle değilmi. Şu an aynı asla şarkı söylemiyeceğim halde konservatuara katılmam gibi, bir geleceğimiz olamıyaçağına rahmen oğuzalpin beni bulmasını umut ediyorum.
İki gün, iki gündür aynı sandalyedeyim. Sadece tuvalet için burdan kalkmama izin veriyo.
Bir kere tuvalete gitme bahanesiyle kaçmaya çalıştım ama başaramadım. Beni neden tutuyo neden öldürmüyor hiç bilmiyorum.
Ne kadar saat öylece bekledim bilmiyorum ama kapı açıldığında ve içeri giren adım seslerine rahmen kafamı kaldırmadan öylece yere bakmaya devam ettim. Çünkü yine aynı şeyleri söyliycekti. "herşey senin suçun." o herşeyin ne olduğunu ise asla söylemiyecekti. Artık ezberlemiştim. Belki biraz insafa gelirse bir kaç damla su vericek ve kuru ekmekle karnımı doyurmamı sağlıycaktı. Sonrada geldiği gibi sessizce gidecekti.
O yüzden kafamı kaldırıp yüzüne bakma gereği duymamıştım hiç. Çok susamıştım dudaklrım susuzlyktan kurumuş ve çatlamıştı. İnadına uyumamam nedeniyle fazla uykusuzdum. Dokunsalar yıkılcak kadar bile enerjim yoktu. Çok zor uyanık kalmayı başarıyodum. Ama daha ne kadar kalabileçeğimden emin değildim. İçeri giren adam aynı sessizlikle dışarı çıktığında ve kapıyı üzerime kitlediğinde dail arkama bakmamıştım.
Sonunda kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda yanlızdım. Karşımdaki pencereden uzakta görülen dağlara baktım. Aklıma annem gelmişti.
Bir elinde ben diğer elinde kardeşim her pikniğe gittiğimizde tepeden aşağı koşardık. Bir an için kahkahalarımızı duyar gibi olduğumda elimi uzatıp tutmak istedim onları. Ama bileklerimi sıkıca sandalyeye bağlayan ip buna engel olmuştu. Gözlerimi sıkıça kapattığımda bir damla düştü yanaklarımdan aşağıya.
Bu sefer mutfakta yemek yaparken söylediğimiz şarkılar dolmuştu kulaklarıma. Kardeşim bebek sandalyesinde otururdu annem yemekleri hazırlarken bende üzerimdeki minik önlükle çıktığım taburenin üzerinde anneme yardım etmeye çalışırdım. Annem o güzel sesiyle şarkılar söylerdi. Sonra babam gelir anneme arkadan sarılırdı sıpsıkı.
Sonra sırayla beni ve kardeşimi öper ve getirdiği çikolata yada şekeri uzatırdı. Biz sevinçle yerimizde zıplarken annem babama kızardı. Mutfak onların tatlı atışmalarıyla dolardı...
Gözlerimden hızla akan yaşlara rahmen gülümsüyodum. Derlerki insan kaybedince anlarmış değeri. Ben bunça yıl... Yani belki çocuktun diyiceksiniz ama... Ben bunca yıl hep birilerini suçladım. Hiç bir zaman ailemin ne yaşamış olabileceğini düşünmemiştim. O kusursuz aile neden bir anda dağılmıştı. Neden ailem bir anda benden nefret etmişti?
Ben bunları öğrenmek yerine hep şikayet etmiştim kendi hayatımdan. Oysa şimdi onları bir kez daha görmek için herşeyi yapabilirdim. Belkide oğuzalp, oğuzalpten bile vazgeçerdim.Kulübenin kapısı tekrar açıldığında bu sefer saf bir nefretle bağırdım,
-allahın cezası pislik. Bırak artık beni. Bir kurtulıyım seni kendi ellerimle öldürcem.! Dedim.
Ama cevap vermemişti. İşin tuhafı her an yaptığı gibi dalgada geçmemiş ti. Sessizlik git gide uzarken adım sesleri bana yaklaşmaya devam etti. Ve sonunda önüme geçen kişi kesinlikle beklediğim son kişi bile değildi. Aslında tanımıyodum bile.
-sende kimsin? Dedim. Saf merakla.
Şaşkınlığımın asıl nedeni tanımadığım bir adamı görmem değildi. O adamın bu zamana ait olmayan kıyafetler giymesiydi. Saçları bizim zamanımızda ki gibi normal boydaydı siyah hafif dalgalı saçları kahverengi gözleri çarpık gülümsemesinde bile belli olan gamzeleri vardı. Uzun boylu ve resmen benim 10 katım kadar yapılı olan adam hızla ellerimi çözerken,
-bir dost. Dedi.
İplerden kurtulan bileklerimi ovuştururken karşımdaki adama bakmaya devam ediyodum.
-sen bu zamana ait değilsin.
-her karşılaştığın insana böyle şeyler söylermisin?
-hayır sadece hislerime güvenirim.
Kimsin sen?
-zamanı geldiğinde öğreniceksin pina. Şimdi kalk ve kaleye dön. Oğuzalp heryerde seni arıyo. Benden kimseye bahsetme ve görevini tamamla. Ha bide şu adam onu öldürmek istediğini söylemiştin. Ama ben çoktan onu elleri kolları bağlı bir şekilde kalenin önüne attım. Cezasını verirsiniz artık. Hızlı ol pina zaman çok değerlidir. Diğen adam bir anda yüzüne yerkeştirdiği sert ifadeyle kulübeden çıktı.
Tabi bende peşinden koşmuştum. Daha sormam gereken çok şey vardı. Ama adam çoktan ortalıklardan kaybolmuştu. Sadece küçük bir broş düşmüştü kapının önüne. Gümüş anka kuşu şeklindeki broşun ortasında büyük bir yeşil taş vardı. Yerde bile parlaklığı göz kamaştırıyodu. Eğilerek yerdeki broşu elime aldım. "kimsin sen?" diğe mırıldanırken elimdeki broşa bakmaya devam ediyodum. Broşun arkasında bucakla kazıldığı belli olan b harfi vardı. Elimi yavaşca b harfi üzerinde gezdirirken ormanın içinden buraya doğru gelen at sesleri duyulmaya başlamıştı. Hızla broşu eteğimin altına tutturdum ve üzerimi düzelttim. Sonra koşar adımlarla atların geldiği yöne doğru ilerledim.
(Broş)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pina
AdventureAşk hiç beklemediğin bir yerden gelecek Zaman seni aşka götürecek. Biz insanlar benciliz. Yanlız kendi dertlerimizi kendi hayatlarımızı düşünürüz. O kadar odaklanmışız ki kendi hikayelerimize bir başkasının hikayesinde kapladığımız noktayı ne yazık...