O kadar boş ki şimdi dünya. Yürüyorum sokaklarda rüzgar esiyor. Saçlarım uçuşuyo. İnsanlar bir yerlere yetişmek için koşturup duruyor. Arabalar, trafikler, şehirin gürültüsü hepsi birbirine karışıyor. Oysa orası öylemiydi. Tek duyduğun gürültü doğanın sesiydi.
Üniverstenin kampüstünden çıkıpta sokaklarda boş boş dolaşmaya başlamam üzerinden 20 dk geçmişti. Son zamanlarda en büyük alışkanlığımdı bu.
Gerçekleri öğrenmem üzerinden bir buçuk ay geçmişti. Bir buçuk aydır annem, babam ve kardeşimin yüzüne bakmıyodum. Üniversteye geri dönmüştüm evet ama artık hiç bişey yapmak gelmiyodu içimden. Gitar çalmak şarkı söylemek bile daildi buna. Severek başladığım bölümün derslerine bile zorla giriyodum. Aklım sürekli gerçek annem ve oğuzalple doluydu. Acaba şu anda oğuzalp nasıldı, mutlumuydu? Peki ya annem... O nasıldı? Bunları düşünürken birde aklımdan hiç çıkmayan gerçek ailem vardı. Gerçekleri öğrendiğimden beri yüzlerine bakmıyodum. İlk başlardı bu isyanımda haklı buluyodum kendimi. Onlara cok kızgındım. Ama sanırım son zamanlarda o kızkınlığım yok olmuştu. Bilakis özlemiştim bile.
Gerçe yaptıklarını affedebilirmiydim, yada ben affetsem bile gerçek annem affetmişmiydi? Hiç bilmiyordum.
Bunları düşünmekten artık kafayı yiyecek gibi hissediyordum.
Kafamı hızla iki yana sallıyarak düşüncelerimi dahıtmaya çalıştım.
Bu arada yanımdan hızla geçen küçük bir çocuk koşarak caddeye fırlamıştı. Karşı kaldırımdaki boloncuya gidiyodu galiba. Boloncu çocuğu görmeyip ilerlediğinden çocuk onu kaybetmekten korkmuş hızla koşuyodu belli ki. Gözlerimi çocuğun üzerinden çekerek sokağın başına baktım. Hızla bir araba geiyodu. Küçük çocuk ise daha yolun ortasındaydı. Eğer çocuk hemen durmazsa hızla gelen araba direk ona çarpacakı. Tamamen iç güdülerle koşmaya başladım. Her saniye araba daha da yaklaşıyodu. Çocuk ve araba arasında 2 metre kalmıştı ki cocuk ayağının takılması nedeniyle yere düştü. Ama araba durmamıştı. Refleks olarak kendimi arabayla çocuğun arasına atarak, çocuğa sarıldım. İkimizde yerde öylece oturuyoduk. Gözlerimi sıkıca kapatarak arabanın çarpasını bekledim. Ama çarpmadı. Kollarımdaki çocuk kımıltısız duruyodu. Kafamı kaldırarak caddeye baktım. Herşey donmuş gibiydi. Tek çıt çıkmıyordu koca şehirden arkamda ki araba ile aramda 2 santim vardı.
Ne yani zaman mı durmuştu?
Şaşkınca etrafıma bakarken olanları idrak etmeye çalışıyodum. Zamanda sehahat, zaman dondurma, daha neler görücektim acaba?
-çok mu şaşırdın?
Bir anda arkamdan gelen sesle irkilerek arkama döndüm. Kahverengi gözlerle kesişen gözlerim irice açılırken,
-sen? Dedim.
Sırıtarak,
-unutmadın mı sen beni. Dedi.
-sen osun dimi? Geçmişte beni kurtaran? Dedim. Emin olmak ister gibi.
Yüzündeki sırıtış daha da genişlerken başını salladı.
Elimle etrafı gösterirken,
-bunu nasıl yaptın? Diye sordum.
Gözlerini kısarak benim gibi eliyle etrafı gösterdi,
-bunumu? Dedi alay edercesine. Sonra ekledi.
-bunu hepimiz yapabiliriz.
-bende mi?
-evet sende.
- kimsin sen? Nasıl bunları yapabiliyosun? Beni nasıl geçmişte buldun. İnsanları geçmişte bulabileceğin bir yol mu var? Varsa banada söylermisin? Ne zamandır bu şekilde zamanlarda dolaşıyosun?...
Diyerek aklıma gelen soruları sıralarken eliyle ağzımı kapatmıştı.
-sus be kızım. Motorun soğusun azcık.
Ara verde bende cevap veriyim. Ama önce çoçuğu sokağın ortasından kaldıralım. Zamanı durdurmanında bir süresi var. Dedi.
Ben şaşkınca onu izlerken o önce çocuğu kaldırıp kaldırıma bırakmış sonra yanıma gelerek bileğimden tutmuştu. Beni beraberinde ilerletirken bir anda herşey eski haline dönmüş insanlar olağan etkinliklerine hiç bişey olmamış gibi devam ediyordu. Belli ki farkında bile değillerdi olanların.
Kolumdan beni sürükleyen adam hınça hınç dolu bir kafeye girdi. Ama normal masaları es geçerek direk kasaya ilerledi. Kasiyere anlamadığım bir kaç kelime söylediğinde kasiyer gülümseyerek bana baktı. Sonra hiç bişey söylemeden eliyle arkasındaki merdivenleri gösterdi. Elimi hiç bırakmayan adam beni üst kata çıkardığında bir az öncekine nazaran tek tük insanın olduğu vip solonu gibi bir yerdeydik.
Gideceği yerden emin olarak ilerleyen adam cam kenarındaki bir masaya geldiğimizde anca bırakmıştı kolumu. Masaya oturduğumuzda,
-eee pina şimdi sorularını alalım. Dedi.
Bizzat benimle alay ediyodu. Onun alaylı suratına kaşlarımı kaldırarak baktım. Sorularımı mı istemişti? Öyle olsun.
-adın ne?
-berat.
-kaç yaşındasın?
-25
-ünüverste okudunmu?
-yeni mezun doktorum. Ama sorularının benle ilgili olduğunu bilmiyodum pina. Benimle bu kadar mı ilgileniyosun? Dedi sırıtarak.
Egosu tavan yapmış karşımda oturan adam sinirlerimi bozuyodu.
-evet çok ilgilendim seninle. Sonuçta derlerki insanların kişiliği hayatına da yansır. Bende dedim ki sinir bozucu ego yığınının hayatı nasıl acaba. Yanlış mı anlattım kendimi? Dedim sırıtırken.
Söylediklerime kızmasını beklerken o iki elini kaldırıp teslim oluyo gibi yapmış sonra dudaklarını büzerek,
-ah çok kırdın beni! Dedi. Sonra ikimizde gülmeye başladık.
Bu arada bir garson yanımıza gelmişti.
-ne istersiniz efendim?
Masanın üzerindeki menülerden birini elime alarak incelemeye başladım. Gözüme takılan sütlaç iştahımı kabartmaya yetmişti. En sevdiğim tatlıydı sonuçta. Ve ben aylardır yememiştim. Garaona dönerek,
-sade kahve ve fırında sütlaç. Derken sesim eko yapmıştı sanki. Yada benimle aynı anda konuşan bir adet berat vardı. Garson gülerek başını sallarken karşımdaki kahvelerle göz göze geldim. İkimizde kendimizi tutamamış ve gülmeye başlamıştık tabi.
-kahve ve sütlacı birlikte yiyen tek kişi olduğumu sanıyodum. Ne biliyim genelde kahvenin yanında bir dilim pasta falan isterler ya. Dedi berat.
Kafamı sallıyarak,
-bende. Dedim.
Bu arada sütlaçlarımız ve kahvelerimiz gelmişti bile.
-her neyse. Asıl sormam gereken soruları bir türlü soramadım. Dedim.
Oturduğu sandalyede dikleşerek ciddi bir pozisyona girdi. Her ne kadar onu hep, ki bir kaç kere karşılaşmıştık, alaycı bir tavırla görmüş olsamda bu ciddi halinide yadırgamamıştım.
-sor. İçtenlikle cevaplıycam. Dedi.
Kafamı sallıyarak aklıma gelen ilk sorudan başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pina
AdventureAşk hiç beklemediğin bir yerden gelecek Zaman seni aşka götürecek. Biz insanlar benciliz. Yanlız kendi dertlerimizi kendi hayatlarımızı düşünürüz. O kadar odaklanmışız ki kendi hikayelerimize bir başkasının hikayesinde kapladığımız noktayı ne yazık...