Saldırı🌼

177 21 55
                                    

 
Bazen en yakınımız bize en uzak olurken,
En uzağımız yakınımız olur.
Bazen hiç bilinmeyen, kalpte en büyük yeri kaplar...

Hiç kendinizi pamuklar içinde uyuyan bir prenses gibi hissettiniz mi? Yada hiç, hiç tanımadığınız biri size huzur verdi mi? Bana oldu...
  
   Sabah gözlerimi kuş cıvıltılarıyla açarken kendimi toprağın üzerinde buldum. Kafam ise oğuzalpin omzundaydı. Ama işin tuhaf tarafı bu toprak bana en konforlu yatak gibi gelmişti. Oğuzalpin omuzu ise kuş tüyü yastık.
  
    Dün konuştuklarımız birer birer gözümün önünden geçerken utançla başımı ellerimin arasına aldım. Hayatımda ilk defa yaşadıklarımı birine anlatmıştım. Psikoloğuma bile böyle açık konuşmamıştım. Ama oğuzalpi daha tanımamama rahmen çok rahat hissetmiştim yanında. Oda bana anlatmıştı yaşadıklarını. Dertleşmiştik. Dert arkadaşı olmuştuk. Ve birine hüznünü anlatmak gerçekten mutlu ediyodu insani. Başka türlü içimdeki bu mutluluğu açıklayamazdım dimi. Önceden bunları düşündüğümde
Günlerce depresyona girerdim. Ama şimdi...

Oturduğum yerden kalkarak eteklerimi silkelerkelemeye başladım. Bu arada oğuzalp de uyanmıştı.
-günaydın. Dedim.
-günaydın. Dedi.
  Gülümseyerek oturduğu yerden kalktı ve oda üzerindeki toprakları silkeledi. Çdırdan çıkmak için ilerlerken kolumun tutulmasıyla durdum. Arkama dönüp oğuzalpe baktım.
  
   Elindeki annesinin hançerine bir süre baktıktan sonra bana uzattı.
-sende kalsın. Herhangi bir durumda kendini koruman gerekebilir.
-ama bu annenin. Alamam.
-hayır al. Annemde almanı isterdi.
   Elimdeki hançere bir süre baktım. Sapında lale ve papatya işlemesi olan keskin hançer yine lale ve papatya işlemeli bir kın da duruyodu.
-neden papatya ve lale?
-annemin en sevdiği çiçeklerdi. Ayrıca lale tek dekmek biriçik. Papatya ise saflığı masumluğu ve en içten gelen isteği temsil eder. Annem gibi yani. Ondan sonra bu hançeri hakedebilecek tek kişi sensin bence.
-teşekkür ederim. Dedim. Gülümseyerek elimdeki hançeri göğüsüme bastırdım.
- onu iyi koruycam.
- onu değil kendini koru.
-tamam. Dedim.
Birlikte çadırdan çıktık. Güneş ışığı gözlerimi kamaştırırken elimle gözlerimi siper ettim. Gözlerim ortama alıştığında elimi çektim. Etraftaki askerler tuhaf bir şekilde bize bakıyodu. Yüzlerindeki bakışın anlamını anlamadığımdan yanımdaki oğuzalpe döndüm. Kaşlarını çatarak etrafına bakıyodu oda. Mahçup bir ifadeyle bana döndüğünde, gözlerinde büyüm bir pişmanlık vardı. Sanki bakışlarıyla özür diliyodu.
-oğuzalp ne oluyo? Diye sordum.
    Bir yandan da askerlere bakıyodum.
- pina özür dilerim. Ahh ben bunu nasıl düşünemedim. Diyerek elini anlına vurdu ve etrafında döndü.
-neyi? Diye sordum.
-pina aynı çadırda sabahladık. Askerlerin gözünde yanlış bir izlenim bıraktık .
 

   Gözlerimi irice açarak oğuzalpe döndüm.
-o ne demek. Dedim.
-sakin ol askerlerime güvenirim. Babama yada beyliğe yalan yanlış şeyler anlatmazlar.
- ağuzalp ortada bişey yokki. Hem anlatsalar ne olur?
-anlatsalar iş büyür. Hiç istemediğimiz yerlere gidebilir.
-babana söylemiyeceklerinden eminmisin.
- eminim. Sen çadırına gidip dinlen. Ben halletcem. Dedi.
  Kafamı sallıyarak ilerlemeye başladım. Alp 'in önünden geçerken göz göze geldik. Bana tuhaf bir şekilde bakıyodu. Bakışlarındaki anlamı görmezden gelerek ilerledim. Ve çadıra girdim. Bu arada arkadan oğuzalpin sesi geliyodu. Önce üzerimi değiştirerek kovadaki suyla elimi yüzümü yıkadım. Sonra çadırdan çıkmadan önce oğuzalpin elime sıkıştırdığı hançeri eteğimin altına sakladım. Ve çadırdan çıktım.

   Askerler ortalıkta koşturup duruyodu. Oğuzalp ne demişti bilmiyorum ama hiçbiri yüzüme bakmıyodu. Onlar için herşey olahan rutininde devam ediyodu. Benim için ise bu koşuşturma fazlaydı. İlerdeki ağaca doğru ilerledim. Büyük ağacın yaprakları etrafa gölge yapıyodu. Gerçe hava soğuktu ama yinede güneş vardı. Ağacın altına oturarak sırtımı ağacın gövdesine yasladım. Tam böyle eline defter alıp şiir yada hikaye yazmalıktı bulunduğum yer. Tuhaf bir huzur veriyodu burası bana. Orada bir süre oturarak düşündüm. Taki bir askerin koşarak yanıma gelmesine kadar. Nefes nefese kalan asker elinde hazır duran kılıçla gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı.

- pina hatun saldırı altındayız. Oğuz beyim beni sizi korumam için gönderdi. Lütfen arkamda kalın.
-ne? Dememe kalmadan burdaki askerlerden farklı giyinen bir grup asker koşarak bize doğru gelmeye başladı. Bu arada önümdeki askerde kılıçını kaldırmış bana siper olmuş durumdaydı. Yanımıza ilk ulaşan düşman asker kılıçını kaldırarak saldırıya geçtiğinde kılıçını sallıyarak saldırıyı savurdu. Ama arkasından gelen diğer düşman askerleriyle işi daha da zorlaşıyodu. Etrafta duyulan metallerin yani kılıçların çarpışırken çıkardığı ses tam önümde çok daha iyi duyuluyodu. Korkuyla olduğum yerde çakılı kalmıştım. Oğuzalpin askerleri heryerden düşmanı savurmaya çalışıyodu. Etraf savaş meydanına dönmüştü. Kampın bir tarafındaki çadırlar ateşe verilmişti. Etrafta bağırışlar ve nidalar susumuyodu. Önümdeki asker diğerlerini öldürdüğünde bana döndü. Ama ben şok olmuş bir şekilde karşımdaki görüntüleri izliyodum.
-pina hatun. Benimle gelin. diğen asker,
   Daha arkasına dönmüştükü bir anda ortaya çıkan düşman kılıçını savurarak beni koruyan askeri öldürmüştü. Askerin cansız bedeni yere düşerken ağzımdan bir çığlık çıkmıştı. Adam üzerime doğru gelirken ben geri geri adımlıyodum. Gözlerim ise yerde cansızca uzanan adamdaydı.

-vay vay vay savaş meydanında kadı. Ha! Diyen adam pis pis sırıtıyodu.

-artık kadınlaradamı göz dikmeye başladın. Diyen oğuzalp bir anda adamla arama girmişti. Kafasındaki siperlik elindeki kılıçıyla tam bir bey  gibiydi. İki adamında kılıçları kalkarken gözlerimi sıkıça yummuştum. Sadece kılıçların sesleri kulağıma doluyodu. Sonunda duyulan acı dolu feryatla gözlerimi actım. Kimden geldiğini anlıyamadığım cığlıhın sahibi karşımda kanlar içinde uzanıyodu...

pinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin