Rusya⏳

34 7 0
                                    

  
                                          12 TEMMUZ
                                               CUMA

      Derler ki, birinin uğruna ömrünü bile feda edebileceği insanlar varsa hayatında gerçekten yaşıyor demektir.
   Derler ki, koşulsuz sevmek yerine koşulsuz seviliyorsa insan dayanacak güçü her zaman bulur.
   
     Bazıları, sevginin güçsüzlük olduğunu söyler. Bazıları ise bir enerji içeceği, bir pil gibi güç verdiğini söyler.
Kimileri sevgi hata, kimileri sevgisizlik hata der.
     Herkes birşeyler söyler. Kimi olumsuz kimi olumlu...
     Bunca zıtlıkların tek ortak noktası ise sevgiyi savunanlarında savunmayanlarında, bir yerde sevgiye muhtaç kalmasıdır.
      O yüzden bu güne kadar her ne yaşadıysam yaşayayım karamsarlığa, hüzne ve olumsuz duygulara kapılmadım. Çünkü tüm bu olumsuz duygular sevgisizlikle başlıyor. O yüzden kapamadım kendimi sevgiye. Yıkıldım mı? Evet. Terk edildim mi? Evet. En güvendiklerim tarafından kandırıldım mı? Evet. Yıprandım, düştüm, yaralandım mı? Evet. Eksik kaldığım şeyler oldu mu? Evet. Sevilmediğim zamanlar oldumu? Evet.
     Sevdim, sevilmedim. Güldüm, güldüremedim. Kalktım, tekrar yere itildim. Sarıldım, kenara savruldum. Aşık oldum, aşık olunmadım. Sadık kaldım, sadık kalınmadım.
    Belki de bir insanın yaşayabileceği her şeyi yaşadım. Ama pes etmedim.
     Çünkü bildiğim tek bir şey varsa, o da ben sevmeyi bırakırsam, güçümü kaybederim.
   Bazen kendimlede çatışıyorum. Bu kadar yaralanıyoken neden hala gülümsüyorum diyorum. Neden hala yüzümde bir sorunsuzluk maskesiyle dolaşıyorum?
     Sonra hatırlıyorum. Ben bunlardan başka hiç birşey bilmiyorum.
      Ve sanırım ben artık aşık olmaktan çok aşık olunmak istiyorum.
     Tuhaf dimi. Ama ben birine sımsıkı sarılmak istiyorum. Ve o birinin çok yakınımda olduğunu hissediyorum. Yoksa insan biri için neden bu kadar endişelenir? Neden onu her gördüğünde kalbi hızlanır ki?
    Ben sanırım artık tüm sevdiklerim ve onunla sıradan bir hayat yaşamak istiyorum. Herkesten uzak kendi ülkemin sıcak kolları arasında sımsıcak bir sofrada sıradan bir gün sıradan bir yemek yemek istiyorum.
En büyük derdim sevdiğim adamı aileme anlatırken yaşayacağım heycan, yada üniversite vize sınavlarımı geçip geçemiyeceğim olsun istiyorum.
   O her gün gördüğünüz sıradan insanlardan olmak istiyorum.
   Ve ben sanırım onun yani beratın gözlerinde kaybolmak istiyorum.
    Şaşırdın mı? Ben şaşırdım. İlk defa adını burda kullanıyorum. İlk defa bu satırlara kendimin bile bilmediği duygularımı katıyorum. Hani pariste eyfel kulesi önünde kuçağıma yığıldığı an varya, ben galiba o zaman il kez biri için bu kadar korktum. Onunla birlikte sanki bende yığıldım. Ben galiba berata  çok pis aşık oluyorum...

-pina!
  Beratın seslenmesiyle hızla defterimi kapayarak çantamın içine fırlattım.
   Yakalanma korkusu elimi ayağımı birbirine sokmuştu.
    Yanlızca bir kaç gündür duygularımı kağıda döküyodum. Ve bu beni oldukca rahatlatıyodu. Ançak kendime bile henüz yeni itraf ettiğim şeylerin onun tarafından öğrenilmesine hazır değilim.
-efendim? Dedim Heycandan sıklaşan nefesimi kontrol altına almaya çalışırken.
-kenan sarı her yerde bizi arıyo. Bağcede oturmak tehlikeli. Burası işlek bir cadde. Yakalanabiliriz içeri gir.
-tamam. Dedim bir yandanda yerdeki çantamı ve masanın üzerindeki bardağı aldım. Arkamı dönerek eve doğru ilerledim.
   Rusaya geleli 4 gün olmuştu. Kenanın adamından kaçtıktan sonra otelde kalmanın tehlikli olabileceğini düşündüğümüzden bir ev kiralamıştık. Şehirin merkezinde işlek bir cadde üzerinde bulunan iki katlı  villanın küçük bir bağcesi ve bir de havuzu vardı.
     4 gündür evdenmecvur kalmadıkca çıkmamıştık bile.
   Bende havuzun başında oturuyodum şu ana kadar.
   Eve girdiğimde salono geçtim ve kendimi koltuğa bıraktım. Beratta karşımdaki tekli koltuğa oturdu.
-annenin resimlerine hala bakmadın dimi?
-hayır.
-bakmıycakmısın?
-bakmak istiyorum. Ama tek başıma yapamam.
    Başınınsalladı ve oturduğu yerden kalkarak masanın üzerindeki leptopu alıp yanıma oturdu. Dizleri üzerine koydu leptopu ve çebinden çıkardığı flaşı taktı. Bşr kaç tuşa bastıktan sonra ekrana bazı dosyalar gelmişti. Bilgiseyardaki ok leyla karaca üsimli dosyanın üzerinde durduğunda o da durdu ve bakışları bana kaydı. Başımı olumlu anlamda salladım. O da tıkladı.
   Tam 250 fotoraf gelmişti ekrana. En üsteki resmi büyüttü berat.
 
    İlk resimde üvey annem ve annem yan yanaydı. Ellerinde bir dünya alışveriş torbasıyla gülüyolardı. Çok yakın arkadaş oldukları belliydi. Ne yazık ki bu resmin çekildiği zamanlarda annem, sude annemin (üvey annesi) ona ihanet ediceğini bilmiyodu.
   Birlikte bir sürü resimleri vardı. Sırayla ilerleyen farklı zamanlara ait olan resimler. Sonra bir resim belirdi ekranda.
   Beyaz bir elbise vardı üzerinde. Karnı şişti. Belli ki bana hamileydi bu resimde. Gülümsüyodu. Arkasında onu izleyen babam da gülümsüyodu.
   Ama bir sonraki fotorafta tek gülümsemeyen yine o olmuştu. Çünkü annem bir kapının aralık kalan açıklığından içeride birbirine sarılmış babam ve üvey anneme bakıyodu. Yaşlı gözlerle onlara bakarken eli şişkin karnındaydı.

-bu da ne. Annem olanları bana hamileykende mi biliyomuş yani? Dedim şaşkınca.
-bu imkansız. Bir şey söylerdi. Hem ayrıca şu resimler baksana. Neden arkasında onu çeken birini görmesin ki hemde bu yakından. Sanki şey gibi annenin en baştan olan ve olucak herşeyden haberi varmış gibi.
-asıl bu imkansız berat. Annem bizi bırakmadı yada terk etmedi. Kaçırıldı.
-iki kere düşün pina. Anne kaçırılmadı. En yakın arkadaşı ve koçasını aynı yatakta bastı. Ve sanki ihaneti yeni öğreniyomuş gibi arkasına dönüp kendini zaman geçidine attı. kendi isteğiyle yaptı.
-berat ne demeye çalışıyosun. Derken sesim istemsiz yükselmişti.
-pina sanki düşündüğümüzden farklı şeyler var bu işin içinde. Yani sanki annen o tünelden geçerken ona bişey olmayaçağını biliyodu. Çünkü nasıl çıkacağını da biliyodu.
-ne?
-pina. Sıradan insanlar zaman geçitlerinde hayatta kalamaz. Biz bile belli bir süreden fazla kaldığımızda ölümle yüz yüze geliyoruz.
-yani?
-yanisi pina, geçidin bir anda açılması, annenin kendini içeri atması, kenanın işin içinde olması, annenin herşeyi bilip susması, ve zamanı geldiğinde yeni öğreniyomuş gibi yaparak yok olması, daha da önemlisi annenin kenanı bu derceden fotoğraf çekmesine müsade edecek kadar iyi tanıması... Şüpheli değil mi?
-açık konuş artık. Ne demeye çalışıyosun?
-pina annenin ailesini hiç tanıdınmı?
-hayır.
-pina bak ben bilmiyorum ama...
-ama...
-ama bence annen kenan sarının adamı. Ve bile isteye babanın yanına geldi. Bile isteye ailene sızdı. Baksana bunca eskiye ait resimlere bu kadar özel fotoğraflara kenan nasıl ulaşmış olabilirki. Yada ailenin belgelerine?
   Bir anda söylediği sözlerle ayağa fırladım. Gözlerimden şiçim gibi boşalan yaşlarla birlikte bağırarak konuşmaya başladım.
-benim annem hain değil! Sen kafayı yemişsin.
-bağırma pina.
-neden? Saçmalıyosun berat!
-pina...
-sus! Seni dinlemek istemiyorum. Derken hızla arkama döndüm. Ama daha bir kaç adım atmıştım ki kolumdan tuttu. Beni kendine cevirdiğinde iki bileğimden de sımsıkı tutuyodu. Aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. Kalp atışlarım hızlanırken, nefes dail alamıyodum. Biraz önce çıkan sesim sanki anında kısılmıştı da karşımdaki delici kahve gözlerin etkisinde kalmıştım. Çünkü şayet bu derin kahveler beni hipnoz ediyo gibi sindirmişti.
-bir kez olsun. Susan sen ol. Bir kez olsun köpürüp patlıyaçağına otur ve sonuna kadar dinle. Derken beratı ilk defa bana karşı bu kadar sinirli, sert ve ciddi gördüğümü farkettim.

pinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin