"Savaşta ve aşkta herşey mübahtır"
Demiş Atalarımız.Saçlarımın arasından geçen rüzgar tuhaftır ki beni üşütmüyodu.
Çıplak ayaklarımla soğuk toprağın üzerinde yürüyodum. Toprağın kokusu genzime dolarken üzerimdeki beyaz elbise de uçuşuyodu. Kimse yoktu etrafta. Uzun sık ağaçlarla dolu bir ormandaydım. Biraz daha ilerledim. Taki karşımda yaşlı bir adam belirene kadar. Daha önce kalede çarpıştığım adam,
-merhaba pina. Dedi.
-beni nereden tanıyosunuz? diyiye sordum merakla.
Gülümsedi adam. Ama soruma cevap vermedi. Duymamazlıktan gelerek konuşmasına devam etti.
-buraya ait olmadığını düşünüyosun.
Doğrudur diyilsin. Çünkü sen bu zamanlarında üstündesin.
Unutma pina gelecek için şu an yaşanmalı. Ve şu anın geleçeği için burda kalıp buraya gönderilme amacını gerçekleştirmelisin. Ancak o zaman geri dönebilirsin.
Aşk fedakarlıktır pina.
Ve bazen sevgi için vazgeçmek gerekir.
Bazen seçim yapmak gerekir.
Dedi yaşlı adam. Söylediklerinden tek kelime anlamamıştım.
-buda ne demek? Diye sordum.
-zamanı gelince anlıyacaksın.
Dedi adam ve arkasını dönüp armanın karanlığında gözden kayboldu. Ama hala sormam gerekenler vardı.
-hey bekle! diye bağırdım.
Ve peşinden koşmaya başladım. Yanlızca uzaktan sırtını gördüğüm yaşlı adam yaşından beklenmiycek bir hızda uzaklaşıyodu benden. Ben koştukca yaklaştığımı sandıkça daha da uzaklaşıyodu. Yinede bir umutla koşuyodum. Koştukca bacaklarıma dolanan elbisem ve sallanarak sırtıma hafif darbeler indiren saçlarım işimi daha da zorlaştırıyodu. Önğme çıkan çalılıkları elimle ittirerek ilerliyodum.
Ama adam çoktan gözden kaybolmuştu.
Sonunda durup nere gitmem gerektiğini düşünürcesine etrafımda döndüğümde dehşete düşmüştüm. Çünkü biraz önce içinde koştuğum orman yerine sapsarı kumlarla kaplı bir çöldeydim. İşin daha korkunç yanı etrafta bir orman yoktu. Sadece uçsuz bucaksız bir çöl.
Bir anda adamın sesi yankılandı boşlukta. Kendisi yoktu ama yanlız sesi duyuluyodu.
-eğer başaramazsan pina. Yaşadığın zamandaki ülkenin toprakları tamda bu şekilde olucak. Eğer başaramazsan pina gelecek yok olucak. Eğer başaramazsan pina türkiye olarak bildiğim o bereketli topraklar,içinde milyonlarca tarih barındıran o harika yerden geriye yanlızca bu kalıcak. Eğer başaramazsan tarih kitaplarında gördüğün tüm o sayfalar yok olucak.Dedi yaşlı adamın sesi. Ama ses git gide yaşlı birinden çok güçlü bir erkek sesine dönüşmüştü.
Açınası bir feryatla,
-hayır! Diğe bağırdım.
Olamazdı dimi. Ülkem bu hale gelemezdi. Gelmemeliydi. Peki tarih yok olursa atalarım yok olursa ailemdemi yok olucaktı. O zaman bende hiç doğmamış olucaktım...
-hayır bu imkansız diye bağırdım tekrardan.
-emin ol bunlar sadece iyi yanları pina. Ne olursa olsun başarmak zorundasın. Gelecekteki milyonlarca, milyarlarca insanın hayatı seni senin ellerinde. Ve unutma zamanı gelene kadar gerçek amacını kimse bilmemeli. Oğuzalp de dail. Eğer bilirse görevini tamamlayamazsın.
-ne görevinden bahsediyosun?
-yakında anlarsın.
-nasıl?
-rüyalarında...
Aniden çıkan rüzgar saçlarımı uçururken ayakta zor duruyodum. Sanki rüzgar beni içine alıp gitmek istiyodu. Gid gide şiddetlendi rüzgar. Ve tam kafamı kaldırıp gözlerimi açtığımda büyük bir şimşek çaktı. Aynı anda korkuyla cığlık atarak kendimi yere bıraktım.________________
Yataktan büyük bir korkuyla fırladığımda kalbim hala çok hızlı atıyodu. Hayatımda ilk defe böyle gerçekci bir rüya görmüştüm. İşin tuhaf tarafı rüyamdaki herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyodum. Ve nedense içimden bir ses bu rüyanın gerçek olduğunu söylüyodu.
Komidinin üzerinden bir bardak su alarak içtim. Suyun ferahlatması gerekirken sanki geçtiği yerleri yakıyodu. Midem çok bulanıyodu. Yataktan kalkarak aynanın önüne geldim. Saçlarım rüyamdaki gibi birbirine girmişti. Sanki bir rüzgar dalgasının içinde kalmıştı. Gözlerim hala şaşkın bakıyodu. Burnum kanamıştı. Ama kan burnumun üzerinde kurumuştu. İşin asıl tuhaf tarafı ise yatarken giydiğim sarı geçeliğin yerinde rüyamdaki beyaz elbise vardı üzerimde. Sanki biri o rüya gerçekti demek ister gibi kanıt bırakmıştı üzerimde. Yatağa tekrar ilerleyerek yastığımın üzerine baktım. Ama kan yoktu.
Bunun iki anlamı vardı. Ya gerçekten rüya görmüştüm. Ve hiç kımıldamadığımdan burnumdaki kan yatağa sürülmemişti. Yada bir şekilde zamanda seyahat etmiş ve gerçekten odamdan ayrılarak o ormana ve gelecekteki türkiyeye gitmiştim. Ve nedense ikinci seçenek daha gerçek geliyodu.
Güneş doğmuştu. O yüzden bende üzerimi değiştirerek odamdan çıktım. Aklım hala gördüğüm rüyada olsada hiç Bişey olmamış gibi davranmaya çalışıyodum. Karnım açıkmıştı ki karnımın gurultusu beni ele veriyodu zaten. Alt kata inerek mutfak bölümüne doğru ilerledim. İçeriden sesler geliyodu. Büyük iğtimalle aşcı kalkmış kahvaltı hazırlıyodu. Kapıyı yavaşca aralayıp içeri girdim. Yaşlı kadın mutfakta bir oraya bir buraya koşturuyodu. Tek başına olmasına rahmen hiç şikayetci gözükmüyodu. Bana üvey annemi hatırlattı bu görüntüsü. Evet üvey annem bizi benim yüzümden terk etmişti. Ama o ben herşeyi öğrenmeden önce en çok beni severdi. Saçlarımı okşar canım kızım derdi. O bana gerçekten annelik yapardı. Neden bir anda bizi bıraktı ne değişti? Hiç öğrenemedim. Ama onu çok özledim. Evet beni terk ettiği için ona çok kızgınım ama ona hala üvey anne demekte zorlanıyorum. Cünkü o annem.
Gözümden akan yaşla burnumu çektim. Beni farkeden kadın,
-hanımım uyanmışsınız. Bir sorunmu var neden ağlıyosunuz? Dedi kadın telaşla.
-hayır. Sadece sizi böyle görünce aklıma annem geldi. O da böyle yemek yapardı. Aşcıyı gönderir kendi hazırlardı. Çok severdi çünkü yemek yapmayı.
-anneniz?
-yok. Artık annem yok. Ama ben onu çok özledim. Ağzımdan fırlayan hıçkırıkla kendimi kenardaki döşeğin üzerine bıraktım.
Kadın yanıma gelerek oturdu ve,
-ben çok üzgünüm. Dedi.
-üzülmeyin. Duygusallığa bağladım yine. Sizden bişey isteyebilirmiyim.
-tabi.
-bu gün yemekleri ben yapabilirmiyim. Annemin tarifleriyle.
-elbette.
-yanlış anlamazsanız tek başıma olmak istiyorum.
-ben o zaman sizi yanlız bırakıyım.
Hafif tebessüm ederek kafamı salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pina
AdventureAşk hiç beklemediğin bir yerden gelecek Zaman seni aşka götürecek. Biz insanlar benciliz. Yanlız kendi dertlerimizi kendi hayatlarımızı düşünürüz. O kadar odaklanmışız ki kendi hikayelerimize bir başkasının hikayesinde kapladığımız noktayı ne yazık...