12 YIL SONRA
Altuğ'un oturduğu ev Arnavutköy'deydi. Tripleks evinin yerini çok seviyordu. Özellikle evin; şehrin ortasında olmasına rağmen, verandaya çıktığında kendini sanki kimsenin ulaşamadığı bir adada yaşıyormuş ama o adadan tüm eğlencenin kalbine hükmediyormuş gibi hissettirmesine bayılıyordu. Verandanın önü denizdi. Denizin içinde yaşamak tam anlamıyla bu demekti ve kesinlikle denize sıfır tanımı kendi evi için bulunmuş olmalıydı. Ancak evinin önündeki asude denizi beş metre kadar ilerisinden bir köprü gibi ikiye ayırıp geçen işlek sahil yolu, Altuğ'un bu 'kendinle baş başa kalmış ada hissiyatını' kendi lehine çevirip şehir yaşantısının tüm adrenalinini damarlarına tekrardan yayıyordu. Sakinliğin sadeliğini, hareketliliğin debdebeli atmosferine bırakıyordu. Altuğ'u dinginlikten alıp dinamizme sürüklüyordu. Ancak bu geçişin nasıl olduğunu kimse fark edemiyordu. İçinde bulunan kişi sadece kapılıp gidiyordu. İşte sihir buradaydı. Altuğ da bu duygu geçişlerinin her bir dönemecinin, bir mimar için gerekli olduğunun son derece farkındaydı. Ve bu nedenle, bu hissin verdiği rahatlığı ve heyecanı seviyordu. Evin enerjisini, evin kendisine verdiği hazzı seviyordu. Kısacası bu evde yaşamayı seviyordu. Tek sıkıntısı, daha doğrusu evin tek eksiği...
Altuğ başını iki yana sallayarak, o eksiği kendisine daha çok hissettiren, yaşadığı vakitten beri kafasının içinde dönüp duran, yatak odasında Ezgi'yle yaşadığı anın ateşli görüntüsünü aklından çıkarmaya çalıştı. Ve Yusuf'la konuştuktan sonra kendisini saran o anlamsız yalnızlık duygusundan kurtulmaya çalıştı. Evini düşünmeye çabaladı tekrardan, bu evi paylaşacağı kişiyi... Hem bir kere kendisi yalnız değildi ki... Burcu vardı.
"Offf... Burcu..." diye kendi kendine mutsuz ve isteksizce mırıldandı.
Arabasını park ederken etrafına bakındı. Burcu daha gelmemişti. Arabasından çıkıp, hemen evin kapısının önündeki dört basamağı tırmandı. Sanki izini süren biri vardı. Eski anıların üzerindeki yoğunluğu ve akşam yemekte kendisine yüklenen enerjinin, hala kendisini bu derece etkilemesi ne kadar tuhaftı. Hırsla, anahtarıyla kapıyı açtı. İçeri girer girmez, kendini takip eden biri varmış duygusunu, o çıkmaz hisleri ve eski anıları dışarıda bırakmak umuduyla, hızla kapıyı kapattı. Işıkları bile yakmadan anahtarını portmantodaki çanağa attı. Evin ilk katında oda yoktu. Sadece salon ve Amerikan tarzı geniş mutfağı vardı. Eve giriş evin arka tarafından, sokağa bakan kısımdan oluyordu. Yani eve önden giriş yoktu. Evin ön tarafı ise, işte o içinde çok sevdiği kasırgalı ironiyi yaratan sahil yolu caddesine bakıyordu ve ön kapı açıldığında fazla büyük olmayan, etrafı denizle çevirili ve aslında her şeyin merkezinin burası olduğunu düşündürten verandasına çıkıyordu.
Verandaya çıkıp koca beyaz minderli hasırdan yapılmış bahçe koltuğuna oturdu. Cebinden sigara paketini çıkarıp bir tane yaktı. Gözlerini dolunay olmasına birkaç gün kalmış olan aya çevirdi. Yıldızlar gökyüzünde parıl parıl parıldıyordu. Ilık bir haziran gecesi olarak mükemmel bir geceydi. Sigaranın dumanını üfledikten sonra derince bir şekilde iç çekti. Hava deniz ve yosun kokuyordu. Aynı Ezgi gibi... Dalgalarsa nazlı nazlı verandanın çevresindeki duvarlara çarpıyordu. Her sevişmeden sonra sohbet ederken ki, Ezgi'nin mayışmış ve doyuma ulaşmış sesi gibi ahenkliydi. Sanki gece onu Altuğ'a acımasızca hatırlatmak için elinden geleni yapıyordu.
"Sanki hatırlamamam mümkünmüş gibi..." diye mırıldanırken ağlamaklı bir gülümseme dudaklarına yerleşti. Gece ne kadar karanlıksa, bu da o kadar barizdi işte. Gece zindan kadar karanlık...
Ve Altuğ hala körkütük Ezgi'ye aşıktı...
Sigarasını önündeki sehpanın kenarına, yanan ucu dışarı gelecek şekilde bıraktı. Dirseklerini dizlerine dayayarak başını avuçlarının içine gömdü. Bileklerini gözlerine bastırdı. İstemsizce düşünceleri tekrardan akşamki yemeğe kaydı. Bu gece Altuğ için tam bir eziyet olmuştu. Mahvolmuştu. O evi görmek, Ozan'ın Ezgi'ye olan ilgisine sevgisine şahit olmak... Bir süre sonra oturduğu koltuktan bile tiksinir olmuştu. O koltukta kim bilir kaç kere öpüşmüşlerdi, kaç kere sevişmişlerdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTMEYEN AŞK ESKİZLERİ
Romansİki yakın arkadaş; gotik prenses Ezgi ve onun güneş saçlısı Ece... İkisinin birbirine uzak tarzlarına ve yaşantılarına rağmen birleşen hayatları, sevinçleri ve aşkları... Aşkları demişken; Altuğ ve Yusuf-namı diğer, Yanlış Yaptık Yusuf- Aslında iki...