12 YIL SONRA
Şu anda sıcaktan kavrulan işlek caddenin iki yanında uzanan ve bu temmuz sıcağına rağmen hızla bir yerlere yetişmek için koşuşturan bir sürü yayanın olduğu kaldırımın gölge düşmüş bir yerinde duruyordu. Kendini zaten oldukça halsiz hissediyordu, bu sıcak da ona hiç yardımcı olmuyordu. Ve on dakikadan beri kaldırımın karşı tarafında yükselen binanın içine girmek için cesaretini toplamaya çalışıyordu. Cayır cayır yanan güne karşın buz gibi elini başına götürüp saçlarının diplerinde biriken terleri, titreyen parmaklarıyla sildi. Hem sıcaktan terliyor, hem de bu hafta olanların dehşetinden üşüyordu. İçinden 'Yusuf' diye geçirirken, yüreği titredi. Yusuf'u bu hafta başında o adi o*ospu karıyla birlikte görmüştü. Nasıl olmuştu da olduğu yere yığılmamıştı, hayret ediyordu! Bazen Allah dayanma gücünü veriyordu insana.
"Saf ben işte ne olacak! Yusuf Bey bebekleri öğrenecekmiş, hah! Asıl ben gördüm günümü... Gidip de görmez olsaydım keşke." Diye güçsüzce kendi kendine hayıflandı.
Aslında isyan etmek, çığlıklar atmak, ortalığı ateşe vermek istiyordu. Hatta gidip Ezgi gibi, Yusuf'un o aşık olduğu nefretlik yakışıklı yüzünün ortasına bir tane patlatmak istiyordu. Belki o zaman kaybettiği aklı yerine gelirdi. Ama bunların hiçbirini yapmaya takati yoktu. Yusuf'un da dünya umurunda değildi ki... Bebekleri ona söylediğinde mi umurunda olacaktı sanki?
Umutsuz ve bitkin bir nefes verdikten sonra 'Ya o yaptığı gövde gösterisi?! O neydi peki?' diye kendine sorarken o anı tekrar yaşayıp aynı şokla sarsıldı. Sinemadaki Yusuf'un 'seven adam kıskanır' temalı yaptığı stand-up gösterisi tam bir komediydi. Tabii ki Ece'nin hiç gülmediği... Son darbe de Gülşah'ın bebeğini görmesiyle gelmişti. Ya orada karşısına çıkan üçüncü Yusuf kimdi? Pınar'a üzerine titrercesine, Ece'ye hasretinden ölüyor gibi bakan o tanıdık yabancı kişi... Bunları Ece uyduruyor olmazdı değil mi? Henüz o kadar kafayı yemiş olamazdı. Üç tane ayrı kişilikteki Yusuf, kendi hezeyanlarının bir ürünü olamazdı.
Engel olamadığı yaşlar gözüne birikirken boğazındaki yumruyu göndermek için zorlukla yutkundu. Serin, titrek parmak uçlarını göz pınarlarına bastırdı. 'Keşke şimdi içime bir duman sigara çekebilseydim' diye düşündü. Belki bu biraz da olsa cesaretini toplamasına yardımcı olabilirdi. Sonra düşündüğü şey için kendisiyle alay etti. Şu andaki tırsaklığını değil sigara, bir cigara bile geçiremezdi. Hatta cesaret hapı yutsa şu an için onun bile bir faydası olacağını düşünmüyordu. Resmen karşısında korkunç bir dehşet dağı gibi yükselen binaya girmekten korkuyordu. Ya da orada karşılaşacağı anıların üzerine olan saldırısından... Halbuki dört seneden beri orası Yusuf'la ikisinin yuvasıydı. Özgür'ün evi, Yoldaş'ın barınağıydı. Ece, dairelerinin her bir metre karesini özene bezene, sevgisini katarak dekore etmişti. Evine ilk gördüğü günden beri büyük bir aşkla bağlanmıştı. O ev onların hepsinindi. Onlar bir süre öncesine kadar kocaman mutlu bir aileydi. Peki ya şimdi neydiler? Parçalanmışlardı. Paramparça olmuşlardı.
Titrek bir nefes alıp boğucu, basık ve içini bulandıran yaz havasını içine çekerken, kararlı kararsız adımlarını karşı kaldırıma doğru yönlendirdi. Karşıdan karşıya geçtikten sonra kendini eskiden huzur ve mutlulukla aynı anlama gelen, şimdiyse onu yutmak isteyen dev bir canavar gibi duran binadan içeri attı. Dışarının boğucu havasına nispeten burası oldukça serindi. Ama bu serinlik Ece'nin daha çok üşümesine neden oldu. Elleriyle kollarını sıvazlarken girişte oturan yıllardır tanıdığı görevliye selam verdi ancak durmadı. Durup sohbet edecek havada değildi. Hatta durursa ayakları ağırlığını çekmez, olduğu yere yığılırdı. Bacaklarında bulduğu son gücü kullanıp, hızlı adımlarla asansörün olduğu yere vardı. Katta bulunan asansörün kabinine girdiğinde sanki arkasından onu kovalayan bir katil varmış gibi paniklemiş ve nefes nefese kalmış bir haldeydi. Çıkacağı kata basıp, düşmemek için sırtını asansörün duvarına dayadı. Kararan gözlerini aynaya çevirdiğinde, bembeyaz kesmiş yüzünde irileşerek koyulaşmış yeşil gözlerinin, kapana kısılmış yabani hayvanlar gibi alev alev yandığını fark etti. Ter içinde kalmış boynunun parlaklığını gördü ve buz tutmuş elini alevler içinde kalmış bağrına götürerek, boynundaki terleri sildi. Kata geldiğinin uyarısıyla birlikte kendine gelip dayandığı yerden doğruldu. Ve derin bir nefes alıp kapıyı ittirdi. Uzun holün karşısındaki kapıya gözlerini dikerken görüşünün bulandığını hissetti. Elini yan tarafındaki duvara dayadı ve arka arkaya gözlerini kırpıştırdıktan sonra dosdoğru kapıya yöneldi. Buradan ayrıldığından beri ilk kez geri dönüyordu. Eskiden onun olmuş, şimdiyse hiç hakkı yokmuş gibi duran bu eve... Evde aynı Yusuf gibi duruyordu; eskiden onunken şimdi hiçbir hakkının olmadığı... Ve bu nefes almasını engelliyor, canını yakıyordu. Bilinçsizce sanki karnındaki iki küçük candan güç almak ister gibi ellerini karnının üstüne bastırdı. Deminki düşüncelerinin aksine karnında büyüyen bebekler, ikisinin bir zamanlar birbirlerine ait olduğunun en muhteşem ispatıydı. Birbirlerine şu anda ait olamasalar bile, Ece ve Yusuf'un birbirleriyle her zaman birleşmesini sağlayacak olan, ikisi henüz doğmamış, üç çocukları olduğu yadsınamaz bir gerçekti. İşte bu yüzden onlar hep birbirlerinin hayatlarında olmaya devam edeceklerdi. Buna kimse, o adi o*ospu bile engel olmazdı. Bunun bir lanet mi yoksa şükredilmesi gereken bir durum mu olduğunu o anda idrak edemedi. Ama Yusuf'un, hayatından tamamen çıkıp gitmemiş olmasına, ruhunun en ücra köşesindeki aciz bir yer mutluluk duyuyordu. Ne kadar acı çekse de hayatında Yusuf'un bulunmayacağı bir yeri düşünemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTMEYEN AŞK ESKİZLERİ
Romanceİki yakın arkadaş; gotik prenses Ezgi ve onun güneş saçlısı Ece... İkisinin birbirine uzak tarzlarına ve yaşantılarına rağmen birleşen hayatları, sevinçleri ve aşkları... Aşkları demişken; Altuğ ve Yusuf-namı diğer, Yanlış Yaptık Yusuf- Aslında iki...