🌌
[56. bölümden yirmi iki sene iki ay sonra]
"Seninle gurur duyuyorum, kraliçem."
Tony Stark'ın son sözleri bunlardı. O gün sanki yaşanılacakların farkında olup yas tutan yağmurlu sabaha son defa gözlerini açmıştı. Torunlarının hazırladığı kahvaltıyı keyifli bir sohbet eşliğinde yemiş ve ardından son kez kızının saçlarını örmüştü.
Zaten birkaç haftadır içinden kalkmadığı yatağında huzurla ve yüzünde sonsuz mutlulukla dolu bir gülümseme eşliğinde son nefesini vermişti. Kraliçesi, ailesi ve hayatını birlikte geçirdiği ekibi yanındayken.
"Baba..."
Leda başını babasının göğsüne başını yaslayıp gözyaşlarını serbest bıraktı. Bağırmak, kadere isyan etmek, kendini tüketmek yoktu. Sessizce ağlıyordu sadece. Veda ediyordu çünkü babasının güzel bir hayat yaşadığını ve doğal yollardan öldüğü için şanslı olduklarını biliyordu.
Gerçekten de Tony Stark güzel bir hayat yaşamıştı. Hak ettiği gibi bir hayat yaşamıştı. Bu dünya için yaptığı onca iyilik insanlar tarafından tek bir hatası ile unutulabilirken kaderi ona hak ettiğini vermişti.
Bir savaş alanında, hayatının yarısında, bir anda bitebilirdi her şey. Kimseye veda edemeden, verdiği sözleri tutamadan gidebilirdi de. Kendini dünya için feda ederek her şeyini ortaya bırakabilirdi. Ki birçok kez de dünya için yapabileceği en büyük fedakarlığı yapıp yaşamından vazgeçerek savaşmıştı ama ölümü acı dolu ve aniden olmamıştı.
Hayatını mutlulukla dolu yaşamıştı. Kızının, kraliçesinin, Leda'sının büyüdüğünü görme fırsatını yakalamıştı. Onun büyüdüğünü, muhteşem bir kadın olduğunu, kendi ailesini kurduğunu görmüştü. Hatta yüzünde kırışıklıklar oluştuğunu bile görmüştü.
Kızının büyüdüğünü görmekle birlikte torunlarının büyüdüğünü de görebilmişti. Genç birer adam ve kadın olurlarken yanlarında durmuştu. Hayallerini gerçekleştirirlerken onlara destek olabilmek için oradaydı. Ayrıca ekibiyle de sırt sırta yaşlanmıştı. Hiç birbirlerinden ayrılmadan, arada ufak kavgalar yaşansada hâlâ bir arada kalmayı başararak.
Tony gerçekten çok uzun ve güzel bir hayat yaşamıştı.
Wanda ve Natasha, Leda'ya yalnız olmadığını hatırlatmak adına ellerini sırtına koymuş iken ikinci babası Clint onun saçlarını okşuyordu.
Tüm o sessizliğin içinde Bronya dayanamayarak dizleri üzerine yığıldı. İlk gülümsemesini bahşettiği büyükbabasını kaybetmeye hazır olmadığından onu tutmaya çalışan ikizi Doherty'le birlikte yere çöktü. Kimse, hiçbir koşulda böyle bir ayrılığa hazır olamazdı zaten. Yine de diğerleri kadar güçlü kalamamıştı ayakta.
Bucky, Leda'nın yanında durduğundan kızının yere çöküşüyle direkt oraya koştu. Onun hıçkırıklarıyla bir babanın en çaresiz olduğu anı yaşadı, kendi çocuğunun acısını dindiremeyecek olmanın çaresizliğini. Kızının bedenini sıkıca kucaklayıp ayağa kalkmasına yardımcı oldu.
"Baba, lütfen..." diye yalvardı, Bronya. "Lütfen."
"Şşşht."
Bucky sıkıntı bir dolu nefes vererek güçlü durmaya çalıştı. Oğlunun da yardımıyla kızını odadan çıkardı. Kapının kapanmasının ardından yavaşça koltuğa doğru ilerleyip onu oturttu. Ne kadar odaya dönmek istesede onu kolunun altına alarak engelledi. Bir tarafında kızı diğer tarafında oğlu duruyordu.
"Ağlayabilirsin." dedi, Bucky. "İstediğin kadar ağlayabilirsin, güzel kızım. Acınızı yaşayın ama kendinizi tüketmeyin."
Oğlu da dayanamayarak ağlamaya başladığında ikisine de sıkıca sarılıp başlarını göğsüne yasmalarını sağladı.
"Büyükbabanız gülümseyerek ayrıldı aramızdan."
Bucky bunun ne kadar büyük bir şans olduğunu biliyordu. İkinci dünya savaşında iken birçok yarım kalan hayata şahit olmuştu. Hydra'nın elinde iken ajanların nasıl bir hayata bile sahip olmayarak kendilerini körü körüne ölüme attıklarını görmüştü. Avengers ile savaşırken yetişemedikleri insanların geride nasıl tutulmayı bekleyen sözlerle gittiklerini izlemişti. Tüm bunları bilirken kendisi için de çok önemli bir yere sahip olan Tony'nin aralarından ayrılışına derin bir acı hissediyordu. Leda'nın varlığını sağlaması bir yana Tony'nin egosunun arkasındaki düşünceli adamı tanıma şerefine ulaşmıştı.
Tony Stark parti olarak adlandırdığı savaşlarla, hayatının kraliçesi olan kızının varlığıyla ve dünyanın en iyi kahramanı olduğunu bilerek macerasına son vermişti.
Sonuçta; sonu da maceranın bir parçası. Her şey olması gerektiği gibi yaşanmıştı.
🌌
...
Gözyaşları içinde yazdığım bu bölüme diyebilirsiniz ki; "İki sene boyunca bizi finale götürecek 3-4 bölümü yazmayıp, yazdığın zaman da Tony'i öldürdün."
End Game'in ardından kitapta Tony'i Matthew Lcopre tarafından öldürmekten vazgeçtiğimi hatta bu nedenle Revlis'i öldürdüğümü biliyorsunuz ve ben de biliyorum ki End Game hepimizin büyük bir yarası.
Bu bölümde, hatta önceki bölümde de vermeye çalıştığım mesaj Tony'e ya da kahramanlara hak ettikleri şekilde veda edebilmek. Filmde Tony kızının büyüdüğünü göremeden hikayesini yarım bıraktı. Benim yapmaya çalıştığım şey ise MCU'nun bize vermediği mutlu sonu yazabilmek. Umarım anlayışla karşılayıp her End Game'i izleyip Tony'nin ölümüne üzüldüğünüzde bu bölümü açıp Tony'nin güzel hayatının hak ettiği gibi bitmesine karşı gülümseyebilirsiniz. Ayrıca End Game özel bölümü de filmdeki yaralarınızı sarabilir.
Final ve End Game Özel Bölümü'nün de sizi gülümsetmeyi başaracağına inanıyorum. End Game bölümü kesinlikle içimin içine sığmamasına sebep oluyor. Özel bölümü yarın, yani 08.05.2023'de, atacağım. Düşüncelerinizi okumaktan da büyük bir zevk alırım. Bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Barnes | My Precious Gem 🌌
FanfictionAvengers kulesine bir Stark yetiyordu. Zekâsıyla, egosuyla, şikayetleriyle ve durmayan çenesiyle bazen fazla bile gelmekteydi. Onun kadar zorlu bir insan, kendi genini taşıyan birinden başkası olamaz. ☄ Metal kollu adam, kalbinin sınırlarını hırçın...