Dürtülmemle gözlerimi açtım ama karanlığa alışmanın pek de iç açıcı sonuçları olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Kafamda, on beşlik ergenlerin bile girdikleri bir bar vardı. Başımı kaldırmaya yeltenince sert bir acı yeniden yastığa yolladı beni. Ama gözlerim bulanıklığın ardından ayırt etmeye başladığında, önünde beliren siluetin kim olduğunu fark edince... fark etmese miydim, diye düşündüm.
O kız. Kendini Adnan Bey'in kızı olarak tanıtmıştı fakat konuyu Adnan Bey'e açtığımda bana yalnızca bir kızı olduğunu söylemişti, üstelik yirmi dört yaşındaymış. Adnan Bey'e bu kızı gördüğümü söylemedim elbette. Diğerlerinin iyileştiğimi düşünmesini istiyordum. Dikkat edin burada esas mesele görünüş değil, hayır, hayır. İnsan, en korkunç suretlere bile alışır zamanla; bir süre sonra normallik kisvesine bürünür, sıradanlaşır, etkisini yitirir. Evet, ben de alışılagelmiş bir dehşetle baş başaydım. Vaktiyle bakar bakmaz kafamı klozete sokma dürtüsü uyandıran varlıklar, şimdi beni güldürür olmuştu. Örümcekler dışında elbette; Onlardan korkmamın nedeni ise gayet açık, burunlarını görememek. Not: Başımı klozete sokmadım, Merve bu konuyla ilgili bir şey anlatırsa, itimat etmeyin.
Bu esrarengiz kızı dikkatle inceledim. Geceyi andıran saçları, gözlerinin önüne dökülmüş, yıldızlar gibi ışıldayan yeşil gözlerini çevreliyordu. Bu gözler, karanlıkta beliren iki parlak zümrüt gibi bana bakıyordu. O nefes alırken, saçları ince ince dalgalanıyordu, nefesi bir ıslık sesi gibi yankılanıyor, her nefesle balkondaki düş kapanı hafifçe hareketleniyordu, tatlı bir melodi gibi. Gözüm elbisesine kaydı. Beyaz, zarif dantellerle işlenmiş eskileri anımsatan bir elbise giymişti. Elbisenin yakasında ince bir dantel yaka vardı, kolları balon kol tarzındaydı ama kızın asiliği, bu kontesvari giysiye garip bir vahşilik katıyordu. Bileklerinin üzerinde biten dantelli beyaz çorapların üstünde, gümüş tokalı, siyah Oxford ayakkabılar giyiyordu.
Onu gördüğümde, gerçekliğin sınırlarının silikleştiğini, bilinmez bir hayalin içine çekildiğimi anlayacaktım. Ne yani... Tekrar mı göreceğim bu kızı? Bu düşünceyi uzaklaştırmaya çalışarak içimdeki tedirginliği bastırdım. Adnan Bey'in söylediği gibi, sadece birkaç hafta daha, hepsi bu kadar. Beklenebilirdi. Dudağımı büküp yorganı boynuma kadar çektim, uykunun güvenli karanlığına çekilmeyi umarak. Ama o gözlerini üzerimden çekmedi. Donuk bakışları bir şeyler anlatmak istercesine üstümdeydi... Tedirgince kafamı yorganla örttüm.
"Henüz hazırlanmamışsın, prensesim," dedi. Kelimelerin her birini düşünmek adına kırk saniye harcadım. Hazırlanmak mı? Prenses mi?
"Bir yere mi gideceğiz?" dedim uyku haliyle, sonra sustum, düşüncelerim darmadağındı. "Neden konuşmaya devam ediyorum ki seninle? Sen gerçek değilsin."
Yorgan bir anda başımdan sıyrıldı; baktığımda gözleri irileşmiş, ağzı hafifçe aralanmıştı; bu sözlerim sanki onun için bir hakaretti. Omuzlarını dikleştirip bakışlarında sert bir inatla savunmaya geçti. "Neye göre gerçek değilim? Yaşadığınız aptal dünyaya göre mi? Ya da düşlerin gerçekliğinden korkan, her şeye eleştirel bakıp dünyalarını sırf mantığa ve mutsuzluğa adayan insanlara göre mi? Bu dünya sana ne kadar 'gerçek', suyun sıvı olduğunu kanıtlayabilir misin? Ya da George Carlin'in mizahının kaynağını bulabilir misin?"
George Carlin'i diline dolamış olması sinirimi tetikledi, damarlarıma o ağır mizahın zehrini saldı. "Zeki insanlar sağlam espriler yapar sonuçta." Gözleri daha da açıldı, bir eli beline kaydı. "Stephan Hawking neden onun gibi espri yapamıyor o halde? Şüphesiz ki George Carlin, bir zaman makinesi buldu ve 2100 yılının 'Son 300 Yılın Çıkmış Esprileri' kitabını alıp tüm esprilerini çalıp kendi zekâsının ürünüymüş gibi size satıyor ve siz de gülüyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perde Arkasındaki Oyun (Düzenlenmekte)
Genç Kurgu"Yıldızlar tehlikelidir, Öğrenci. Onlara ulaşamazsın yalnızca kayınca dilek tutarsın, kayanın yıldızlar değil de hayatın olduğunu bilmeden." Ailesinin gizemli ölümünün ardından, gerçeklerle yüzleşemeyecek kadar dehşet içinde ve yalnız olan Öğrenci...