PAO 26: Işık Saçan Karanlık

3 2 0
                                    


"Aptallığındandır."

Başımı sesin geldiği yöne çevirdim hafifçe, çok çevirmeme gerek kalmadı çünkü kulağımın hemen dibindeydi. Gözlerim irileşirken başımı yavaşça kaldırıp neden yağmurun artık bana çarpmadığını baktım. Sanırım Karan'ın üstümüze siper ettiği ceketten dolayıydı, iyi ki varsın ceket.

Karan'ın bakışlarını yüzümde hissettiğimde, başımı tekrar ona çevirdim. Yüzünden su damlaları hızlı bir şekilde kayarken saçlarından bir tutam alnına yapışmıştı. Bir heykeltıraşın ustalık eseri gibi duruyordu, gözlerine baktığım zaman içim titredi, ne kadar da güzel resmediyordu ruhunu?

Titreyen ellerimle yavaşça alnındaki o tutamı arkaya ittim. Bakışlarına şaşkınlık da karışırken elim hala saçındaydı. Rüzgâr vücudumuzu yalayıp geçerken gözleri gözlerimi mesken tutmuştu, başka yere gitmiyordu bakışları, hep oradaydı. O an gözlerinin içindeki küçük parıltıyla aydınlanmak istedim, küçücük kollarımla bu özgür ruhta kaybolmak...

Elimi saçından çekip dizimin üzerine yerleştirdim ama gözüm hala gözlerindeydi, sanırım bunu sevmiştim. Vücudumdan bir titreme daha geçince üşüdüğümü bir kez daha anladım. Dişlerim titrerken bakışlarımı Karan'dan alıp Ayla'nın kaybolduğu tarafa çevirdim, gitmiş olmasını diledim.

Ağaca yaslanıp bize keyifle bakan Oyun Kurucu'yu görmemle Karan'ın varlığının yarattığı huzur bir cam misali paramparça oldu. Bakışları son derece cüretkâr ve ruhsuzdu. Dudaklarındaki çarpık sırıtış bu evrenle alay edişinin simgesiydi, sanki ne olursa olsun kazanan o olacakmış gibi bakıyordu, ruhu o bedende kalacakmış gibi. Kafama takılan soruyla vücuduma bir titreme girdi, neden ben ve Karan yakınlaşınca seviniyordu ki?

Yakasını düzeltip ormanın derinliklerine doğru ağır adımlarla yürümeye başlamasıyla transtan çıkıp başımı hızlıca bana soru yönelten Karan'a çevirdim.

"Burada bu halde ne işin var? Sabah sabah belanı mı arıyorsun?"

Titreyen ellerimi nefesimle ısıtmaya çalışırken zoraki bir şekilde gülümsedim.

"Baksana buldum bile."

Bana onaylamaz bir bakış atıp ceketini biraz daha bana doğru çekti, kendi ıslanıyordu ama bunu umursar gibi bir hali yoktu. Vücudu bundan şikâyetçiydi sanırım çünkü sesi titremişti.

"Külkedisi saçmalamak uzmanlık alanın olabilir ama mantıklı bir açıklama sunmazsan seni..." Yüzüme baktı bir süre, yüzünde anlamlandıramadığım bir sırıtış oluştu. "Öperim, çünkü ilan-ı aşkın hoşuma gitmedi değil."

Kaşlarım çatıldı, bakışlarımı çamura bulanan dizlerime çekip, derince bir nefes aldım ve bakışlarımı tekrardan Karan'a çevirdim.

"Öyle bir şey olmadı Akel. Hayal kurma." Yüzündeki sırıtış büyüdü. Gözlerimin içine bakarak yaklaştı iyice. "Neden Karan'ın ismi bile geçince yüreğimde bir şeylerin çırpındığını söylemeden gitme. Evet, bu neden ilan-ı aşktan sayılsın ki değil mi? Kesinlikle değil."

Dudağımdan bir hıçkırık kaçarken elimle ağzımı kapattım. Fena halde faka basmıştım. Potları sanki annemin 48'lik çeyizlik setiymiş gibi birer birer kırmıştım. Bir şeyler bul, Derin. Not: Bulamadı.

"Neden koşuyordun Külkedisi?" Dudaklarım aralandı ve bir şeyler demeye başladım ama ne dediğimi bilmiyordum çünkü elim hala dudaklarımın üzerindeydi. Karan'ın göz devirip elimi çekmesiyle rahat bir nefes aldım.

Perde Arkasındaki Oyun (Düzenlenmekte)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin