TAKİPTanımadığınız düşmanlarla savaşamazdınız. Yapabileceğiniz tek şey savaşa hazır durumda olmaktı fakat saldırının nerden geleceğini bilmediğiniz içinde hep ağır bir darbe alırdınız. Hayat böyleydi. Şiddetli darbeleri yiyerek pişiyorduk. Zorluğa alışıyor ölmediysek yürümeye devam diyorduk.
Çok değil iki bilemedin üç saatlik uykuyu bırakıp açtım gözlerimi. Güneşin ilk ışıkları düşüyordu yine yüzüme. Korkunç bir gecenin sabahına uyanmıştık. Emir'in bahçeden gelen sesi açık pencereden içeri geliyordu.
Merakla doğruldum yerimden. Sürekli aynı şeyleri tekrar eden Emir'e görünmeden bakmak istedim. Kafasının içinde dolanan ve bana söylemediği o şeylerin ne olduğunu merak ediyordum.
"Nasıl yaşar..? Bu nasıl olabilir?" diye sorgularken bir sağa bir sola gidiyordu. Neyden bahsediyordu? Yine hızına yetişemediğim bir olay mı vardı?
Emir eli ile kafasını sıkarken dayanamayıp üzerime uzun bir hırka alarak indim aşağıya. Bahçeye geçip yanına doğru ilerlerken "Başını rahat bırak." diye seslendim arkasından. Afallayıp bana döndüğünde ellerini serbest bıraktı.
Gözlerinde dünden kalma şişkinlik hakimdi ve yüzü hala simsiyahtı. Acı karartmıştı sanki tenini. "Neymiş o olan ve senin kafanı bu kadar kurcalayan şey?" diye sorarken tek kaşım havalandı ve hareketlerine odaklandım.
"Önemli bir şey değil." dedi Emir geçiştirerek. Mimikten yoksundu yine yüzü. Üzerine gitmedim. Nasılsa bir şekilde öğrenirdim.
"Annenden haber var mı?"
"Aynı durumu. Hazırlan, seni hastaneye bırakayım." dediğinde şaşırdım. Beni bırakacaktı peki ya kendisi?
"Nasıl bırakayım?"
"Benim biraz işim var. Burada yalnız kalmazsın. Orada onca korumanın içinde daha güvende olursun. Hem sana bir oda da ayarlatırım." Yüzüme bakmıyordu. Gizlemeye çalıştığı bir şeyler olduğu o kadar belliydi ki.
"Ne işi bu?" diye sorduğumda dişlerini sıktı.
"Asel bana biraz zaman ver. Bir şeyleri çözmeye halletmeye çalışıyorum. Sadece gidip güvende olarak oturamaz mısın? Dik başlılık edip sürekli işi kurcalaman benim adımlarımı geciktirir." dediğinde burkulan kalbimin atışı hızlandı. Yüzüm istemsizce düşerken içinde yaşadığı acıyı bilip tepki vermedim. Sadece başımla onayladım onu.
Orda oturup beklemeyecektim elbette. Ama bunu Emir'in bilmesine gerek yoktu.
"Gel buraya.." dedi yumuşayan sesiyle bana yaklaşıp sararken. Karşılık verip ben ona sarılmadım. Kalbim kırıktı. Bir şeyleri gizlemeyeceğimize söz vermiştik. Çözülecek bir mesele varsa beraber çözmeliydik.
Saçlarıma uzun bir öpücük kondurduğunda beni serbest bıraktı. "Giyin hadi. Üzerine kalın bir şeylerde al. Akşam yine soğuyacakmış hava." dediğinde arkamı dönüp ilerlerken gözüm arabanın üzerindeki kağıda çarptı. Küçücük bir not kağıdıydı. Dün ki gece bırakılanın aynısı gibi duruyordu.
Gözlerim irileşti. Bedenim gerginliği en ince ayrıntısına kadar hissederken adımlarımı hızlandırıp arabaya koştum.
"Emir burada kağıt var." dediğimde elime çoktan almıştım. Afallayıp gerilerek bana doğru koşan Emir'i beklemeden okudum yazıyı.
Lâzâ ateşlerinde yanmayı göze almış insanları durduramazsın. Onlar o azaptan korkmazken sen korkutamazsın. Sen, onların çorbasındaki sineksin. Sadece midelerini bulandırırsın. Seni uyardım. Annenin başına gelen kızın başına gelmeden onu götür buradan. Peşinizdeler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKELİ İNTİKAM
ActionBabasına atılan iftira sonucu küçük yaşta ailesi dağılan bir kızın, yıllar sonra babasının suçsuz olduğunu kanıtlamak ve kayıp kardeşini bulmak için girdiği sırlarla dolu girdabın içinde yaşadıklarını anlatan bir hikaye. Peki ya bu hikayenin içeris...