Bir ayrılık bin ayrılık kadar derin ve sarsıcıdir. Kimi anneyi kaybeder kimi babayı kimi de çocuğunu arkasında ise büyük bir yıkım bırakır.
Hastanede ki durum hiç iyi değildi. Avişine sakinleştirici iğne yapılmış sabaha kadar ise bebeğini sayiklayip durmuştu.
Sabaha karşı uyanan kadın morga inip oğlunun cansız bedenini kucağına alıp son kez sarılıp koklamisti. Bir bebeğin verdiği huzur hiç bir kimse de yoktu.
Oğlunun bedeni soğuk ve cansızdi. Şuan kucağında ağlayıp, annesinin gogusuden süt emesi gerekirken burada cansız bir şekilde yatıyordu.
" Oğlum," hıçkırıgi boğazına takılmış sesini dâhi zor duymuştu. " Mertim, annem," diyerek kucağına aldığı oğlunun soğuk bedenini öpüp kokladı. Bir bebek öldüğünde huzur kokar mıydı? Bir bebek öldüğünde kokusu gitmez miydi?
Mert öyle değildi. Ölü bile olsa o kadar güzel kokuyordu ki!
" Annem, bir kez.... Bir kez... Aglasan.... Sesini duysam!" Diyerek akan göz yaşlarına inat oğlu ile konuşmaya casliyordu.
Oğlunun kafası gogusunde elleri yana düşmüş vaziyette idi. Bu acıya hangi annenin yüreği dayanirdi ki!
" Beni.... Beni... İstemedin değil mi... Anne olarak görmek... İstemedin değil mi..." Yumru boğazına oturmuş yutunamk dâhi istemedi.
" Avşin bırak artık..." Kocası yanı başında duruyordu. Bugün cenazesi vardı. Hem yüreğinde hemde gerçekte!
" Beni istemedi.... Oğlum.... Oğlum.... İstemedi.... Ben buna... Nasıl!" Yanındaki morg personelli kadının yanına gelip bebeği yavaşça elinden aldı.
Avşin giden oğluna baktı. Buz gibi olan bedeni almışlardı elinden!
" Götürmeyin oğlumu.... Ne olur götürmeyin!" Diyerek dizlerinin üstüne çöküp elini giden oğlunun arkasından uzattı. Şevket yanına çöküp kadını tutmaya çalıştı.
" Şevket.... Şevket.. ne olur bir şey yap... Goturmesinler... Beni alsınlar... Onu... Onu goturmesinler!" Diyerek feryat etti.
Morgun içinde kadın can havliyle bağırdı. Evladını almasını istemedi. Onun yeri anne kucağı idi. Morg değil!
Kadını kucağına alıp dışarı çıkardı. Avşin kolları arasında cansızdi. Nefes alamıyor, canı yanan ateşin içine atılmış gibi yanıyordu.
Öğleye kadar kadın hazırlığını yapmıştı. Doktor gözetiminde mezara gidileckti. Minik bebek hastanden çıkarılır çıkarılmaz camiye goturlumustu.
Egît, sümmeye xanim, Sultan xanim ve Halil Ağa çıkmışlardı yola. Bütün aşiretler bugün toplanıyordu. Cenaze namazı sonrası toprağa verilecekti. Mert Beyoğlu!
Beyoğlu konağı bugün mahşer yeri gibiydi. Kadını yaşlısı genci, hepsi gelmişti.
Dilber ve gorumcesi Ceyda ise evdeydi. İkili yemek yiyecek iştahı olmadığı için kahve içiyordu.
" Yenge," diyerek içtiği kahve fincanıni masaya koyarak yengesine döndü. " Sence hak ettiler mi?"
Dilber Ceyda ya döndü. " Hiç kimse evlat acısı ile sinanmasin Ceyda! Hak etti demek biraz," diyerek susup derin bir soluk aldı. " Vahşice geliyor!" Diyerek alinini kasidi.
" Bana kalırsa yenge hak ettiler." Diyerek kızgın bir tonda yengesi ile konuştu. " Senin ahını aldılar. Sırf bir bebek uguruna seni ölmekten beter ettiler." Diyerek konuştu.
Geçmiş sönmek yerine alev alev yanıyordu. O alevden kurtulmak ise mümkün değildi. O alevler arasında kalan dilberi ise kimse görmemişti.
" Eğer hâlâ o adam evli kalsaydın, onların mutlu yuvalarını, çekirdek aile oluşunu izleycektin yengem!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Acının Gözyaşı
Teen FictionAşk, insanın canını yakan, ama her koşulda ise yanında olandı. Dilber Beyoğlu ise bu aşk denen girdaba düşmüş bir gül goncasi idi. İlk evliliğinde tövbe eden kadın hiç rast gelmediği bir sevda ateşine düştü. Egît Hekimoğlu ona asıl sevda ateşini ve...