Yang Seo Rin~
Uçaktan indigimizde saat sabahın 6'sıydı ve o kadar fazla uyumuştum ki önümüzdeki 2 gün boyunca uyuyabileceğimden şüpheliydim.
Babam beni ve bavullarımızı eve bıraktıktan sonra gelen bir telefon üzerine hastaneye gittiğinde artık benimle ne kadar az vakit geçirdiğini geçmiş, onun için ciddi ciddi endişelenmeye başlamıştım. Nefes almadan çalışıyordu, uçakta doğru düzgün uyuyamamıştı, Amerika'da dinlenememişti... Ve bu umrunda bile değil gibiydi. Halbuki kilometrelerce öteden gözünün altındaki mor halkaları seçebiliyor, ses tonundan bile başının ağrıdığını anlayabiliyordum.
Ah. Eski babamı öyle özlemiştim ki.
Gözümden istemsizce akan tek bir damlayı silip kırmızı bavulumu üst kata taşımaya giriştim, tekerlekler sağa sola takılıp duruyordu, uzun süreli uçak yolculuğu dolayısıyla başım da ağrımaya başlamıştı... Anlayacağınız, iyice sinirleniyordum.
Ben de bavulumu merdivenlerin ortasında bıraktım ve odama çıkarak hemen Amerika ve Jungkook kokan kıyafetleri üzerimden çıkarıp attım. Evet, uçakta farketmiştim. Kıyafetlerim resmen Jungkook'un evi gibi kokuyordu, Jungkook'un kanepeleri, Jungkook'un yastıkları, Jungkook'un ceketi... Jungkook gibi.
Başımı iki yana sallayıp Jungkook düşüncesini barındırdığım yerleri karalamaya çalıştım. Çocuk beni bir daha görmek bile istemiyordu. Benim niye onun yüzünden kaç saattir moralim bozuluyordu ki? Ben yanlış hiç bir şey-
Ah. Yine bu soru. Yanlış bir şey yapmış olabilir miydim?
"Seo Rin!" diyerek kendimi azarladım bornozumu ararken. "Kendine gel~"
Sonunda uzun, sıcak bir duş için gerekli malzemeleri toplayıp kendimi banyoya attığımda, her şeye rağmen 'Acaba o şu an ne yapıyor?' düşüncesini de peşimden sürüklemiştim.
*
"Ne?! Sabah geldin ve bana şimdi mi söylüyorsun? Aissh~ Seo Rin. Öldün sen."
"Ya, Lee Hyun Bi! Çabuk gel tamam mı?" Bir yandan saçlarımı kurulamaya çalışırken bir yandan da kendimi Hyun Bi'den gelecek darbelere karşı hazırlamaya çalışıyordum. Uzun yıllardır beraberdik, bilirdim, eli ağırdı. "Ah bi de ağrı kesici getirir misin? Evde kalmamış."
"Olur ama neden?" diye sorunca arkadan gelen sesler üzerine kıkırdadım. İkiz kardeşleri yine ortalığı karıştırıyor olmalılardı. "Ya~ Ha Ju, Dal Ju! Babam onun kıyafetlerinizi giydiğinizi öğrenince nasıl tepki verecek sizce? Tabiki yakışmamış, çıkartın çabuk!" Ardından uzun bir iç çekti ve geri döndü. "Aissh~ ikizler işte. Ah, ne diyordum? Hasta mısın?"
"Hayır, iyiyim," diye geçiştirdim. Saçlarımı öylece bırakıp mutfağa inmiş, yiyecek bir şeyler arayışına girişmiştim. "Hala yarın okulların başlayacağına inanamıyorum."
"İyi ki hatırlattın! Hey, Yang Seo Rin, sana müthiş bir bombayla geliyorum!" Ah... Bu ses tonunu biliyordum... "Sormadan söyleyeyim, telefonda açıklayamayacağım bir şey."
"Ama merak etm-"
"Okulun tüm haberleri bende~"
"Hala merak etm-"
"Susacak ve boyun eğecek misin?" diyerek bir kez daha laflarımı ağzıma tıkadı. "Okula yeni haberleri bilmeden başlamana izin veremem. Evden çıktım, 10 dakikaya ordayım! Görüşürüz!"
*
"Woah, Hyun Bi, annen en iyisi!"
Hyun Bi'den işittiğim azarlar sonrası, küçük sırt çantasından annesinin yaptığı kimbapları çıkartmış ve ben yokken olan bitenden bahsetmeye başlamıştı. Benim odaklandığım şeyse sadece yemekti, o ayrı.
Daha doğrusu başlarda sadece yemeğe odaklanmaya çalışıyordum ama bu giderek zorlaşıyordu...
"Ne?!" diye bağırdım ağzımdakini bile yutmamışken. Hyun Bi'yse gururla sırtını dikleştirmiş bana ben sana demiştim bakışları atıyordu.
"Dediğim gibi," diye tekrarladı. "Başka bir okulla birleşiyormuşuz. Bil bakalım bunda kimin parmağı var?"
İkimiz de aynı anda "Choi Seul Hae!" diye coşkuyla yanıtladık.
Bu Choi Seul Hae kim mi?
Müdürün kızı kimliğini taşıyan, parayı hayatının merkezine koyuyor olmasından dolayı her haltı öylece halledebileceğini düşünen, aklı bir karış havada gezen, bir haftada 15 kez sevgili değiştirebilen; kısacası okulun gelmiş geçmiş en bilindik sürtüğü.
Hyun Bi, açıklamaya girişti. "O okulu biliyorsun değil mi? Bahse girerim bizim Daehyun'un puanları bile ordakilerinden daha yüksektir. Ama şu bir gerçek ki... Erkek nüfusunun geneli yakışıklı ve yetenekli; bu da Seul Hae'nin neden o okulun yarısının bize transfer olmasını sağladığını kanıtlıyor."
"Sadece yarısı mı?" diye sordum. Benim yiyeceklerim bitmişti, çaktırmadan Hyun Bi'ninkilere dadanıyordum. "Neden?"
"O okul bir süreliğine kapanıyor," diye açıklama getirdi. "Son yıllarda yaptıkları yasal olmayan bazı şeyler yüzünden sanırım. Yani öğrenciler ve öğretmenlerin de bazıları diğer okullara paylaştırılıyor ama biz yarısını aldık bile!"
"Okulun kalabalıklaşması istediğim en son şey."
"Belki eğlenceli bir şeyler olur," diyerek sırıttı. "Bizim B.A.P'nin, ordan gelenlerle arasının pek iyi olmadığını duydum."
Güldüm ve, "Ya!" diye kızarak koluna bir şaplak geçirdim. "Bunun eğlenceli olacağını mı düşünüyorsun?"
"Hayır, hayır!" diyerek kendini savunmaya çalıştı. "Sadece bu yılın sıkıcı geçmeyeceğini söylüyorum~"
"Seul Hae okulu yine rezil edecek."
"Bu sefer değil," diyerek yine o sırıtışı takındı. "Gelen kızlara da baktım. İnan bana, Seul Hae'ye taş çıkartırlar, Seul Hae yerini bilecektir, yani en azından böyle umut ediyorum."
Güldüm. Hyun Bi'nin bu araştırma yetisinin yanı sıra, Seul Hae'nin öyle çok güzel olduğu falan yoktu aslında ama kısacık eteği, üstten bir kaç düğmesini kasten iliklemediği dapdar gömleği, yüzüne sürdüğü bir ton makyajı ve cilveli sesiyle dikkat çekiyordu işte. Aissh~ Bu kızla anaokulundan beri aynı sınıfta olmak nedir bilir misiniz? Hyun Bi'yle bile o kadar aynı sınıfa düşmedim ben!
"Sıra sende," diyerek sandalyenin tepesinde bile bağdaş kurmayı başararak bana döndü. "Amerika'da ne yaptın?"
~~~~~~~~~~
Geç gelen ve buna rağmen kısa olan bölüm için üzgünüm ama yine de vote ve yorumlarınızı unutmazsınız umarım *^* Bunu sevip sevmediğinizi bilmem gerekiyor, sizi seviyorum, görüşürüz~