23

5.6K 543 26
                                    

"Seo Rin, iyi misin?"

Bayan Yi Bo, kafamı gömdüğüm sırada yanıma doğru eğilince sınıfın sessiz olduğunu farkettim. Herkes tahtadaki şeyleri yazıyor olmalıydı.

"Sanırım... Biraz kötü hissediyorum," diye yanıtladım doğrulurken. Yan taraftaki sıradan Hyun Bi'nin bana yolladığı öldürücü bakışları görmezlikten geliyordum; ilk dersten beri beni revire gönderme çabalarına rağmen gitmemiştim. Ama şimdi dersten kaytarmak için harika bir yol gibi görünüyordu. Bayan Yi Bo'nun o güzel soruyu sormasını hevesle bekledim.

"Revire gitmek ister misin?"

Hani içinizden bir anda gülme isteği gelir de onu bastırmak için ağzınızı şekilden şekle sokarsınız ya, bana da tam o olmuştu. Kendimi ucuz kurtardıktan sonra başımı sallayıp askılıktan beni sıcak tutmasını umduğum kalın lacivert hırkamı alarak sınıftan çıktım.

Sabah hangi kafayla okula gelmeye karar verdiğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Kendimi otobüste tir tir titrerken bulana kadar otomatiğe bağlamış bir şekilde sabah hazırlıklarımı yapmıştım. Zaten uyandıktan sonraki ilk bir saat kendimde olmadığım için hasta olduğumu bile farketmemiş olmalıydım.

Ah, cidden. Hepsi dün olanlar yüzündendi.

Revirin kapısını açıp içerideki hemşireden bana bir ağrı kesici vermesini istedim ama nasıl görünüyorsam artık, direk yanıma gelip beni yatağa yatırttı ve ilaçtan önce ateşimi kontrol etti. "Tanrım, korkunç gözüküyorsun! Şimdiye kadar neredeydin?"

Pekala, teşekkür ederim.

"Sınıfta uyuyordum," diye yanıtladığımda bana inanamayan ifadelerle baktı.

"Ateşin var, düşmesi gerekiyor. Biraz böyle bekle, tamam mı? Sana ilaç getireyim."

Ayakkabılarımı çıkartıp yatağa uzanarak dediklerini yapmasını bekledim, şanslıydım ki revirde benden başka kimse yoktu şu an. Gözlerimi açık tutmak için elimden geleni yapıyordum ve nihayet hemşire yanıma dönüp ilacı uzattığında, bir bardak suyla beraber yuttuktan sonra yeniden yatağa kıvrıldım. Uyku için yalvaran gözlerim, revirde birden oluşan gürültüyle yeniden açılmak zorunda kalırken, gördüğüm manzara sonucu şaşkınlığımı gizleyemedim.

Tae Hyung, tamamen Jimin'den destek alarak yanımdaki boş yatağa kadar zar zor yürüyüp kendini bıraktığında, Jimin telaşla hemşireye bakındı. "Yah, bir daha dediğimi anında yap, tamam mı? Sana sabah evine geri dön demiştim! Çocuk gibi davranıyorsun, bayılmak üzereydin! Ya farketmeseydim? Aiish~ Nerede bu hemşire?"

"Jimin ben-"

"Kim Tae Hyung, kes sesini."

Jimin'in bu ani çıkışına karşı sadece bakakalmıştım ama o şu an oldukça sinirli gibi gözüküyordu. Eh, endişelenmiş olmalıydı. Bir de dün kavga ettiklerini görmüştüm, hala birbirlerine kızgın olabilirlerdi de. Kendim nasıl bir haldeydim hiç bir fikrim yoktu ama Tae Hyung cidden... Kötüydü.

Hemşire nihayet gelip Tae Hyung'u kontrol etmeye başladığında, Jimin beni anca farkedebilmişti. Tae Hyung'dan bahsetmiyorum bile, onun burnunun ucunu görebildiğinden şüpheliydim, ilk defa bu kadar baygın baktığını görüyordum.

"Hey," diyerek yatağımın ucuna oturdu Jimin. "Uyuyor muydun? Uyandırdım mı?"

"Ah, hayır, uyumuyordum."

Hemşire Tae Hyung'u bu raddeye kadar beklediği için azarlarken, Jimin başını o tarafa çevirip, "Neredeyse bayılacaktı," diyerek iç geçirdi.

Açıkçası cevap vermeye çekinmiştim. Az önceki sinirli halini atlatmıştı ama Tae Hyung hakkında bir yorum yapmak istemiyordum.

Sırt üstü yatarak hemşirenin getireceği ilacı bekleyen Tae Hyung'unsa tüm bedeninin kasıldığı aşikardı. Babanız doktor olunca böyle oluyordu işte. Bu cümle size bir yerlerden tanıdık geliyor mu peki?

Evet, en son böyle tespitler yaptığımda -Amerika'da, Jungkook adlı insan üzerinde- başıma bir sürü bela açılmıştı ve açılmaya da devam ediyordu. Sessizliği yine Jimin bozdu.

"Sen iyi misin? Kötü görünüyorsun."

Ah, cidden! Bunu gün içinde söyleyen kaçıncı insandı? "Biraz hasta oldum sanırım," diye yanıtladığımda başını anlayışlı bir ifadeyle salladı.

"Sıkı giyin, hava soğuk. Sana içecek sıcak bir şeyler getirmemi ister misin?"

Ona şimdi uyumak istediğimi söyleyip teşekkür ettiğimde, battaniyeyi üstüme güzelce örtmeme yardım etti. Cidden, kolumu kıpırdatacak halim yoktu.

Bu sırada da Tae Hyung yataktan doğrulmuş, hemşirenin getirdiği ilacı içiyordu. Suyu kafasına dikip bardağı hemşireye geri verdikten sonra bize doğru döndü. "Jimin, konuşalım."

"Konuşalım mı?" Jimin, benim burada bulunduğumu hatırlamış olacak ki, sesini alçaltıp öyle devam etti. "Konuşmanın ortasında düşüp bayılmayacağından emin misin? İlk önce iyileş."

"Ama-"

"Tae, uyu, tamam mı?" Jimin, yanımdan kalkıp ona doğru yürüdü. "Endişelenme, sana kızgın falan değilim. Sadece bir an önce iyileş."

"Diğerlerine söyleme," diye mırıldandı Tae Hyung. Sesi çıkmıyordu bile. "Sorarlarsa başı ağrıdığı için uyuyor falan de. Boşuna endişelenmesinler."

Jimin, başını sallayarak yine tüm yükü tahminimce kendi omuzlarına aldığında, hemşirenin uyarısı üzerine teneffüslerde onu kontrole geleceğini söyleyerek buradan ayrıldı. Bense Tae Hyung'un son kısmı duyduğundan emin bile değildim, başımı ona çevirdiğimde bana dönük bir şekilde çoktan uykuya daldığını farketmiştim.
O da dün benim gibi yağmur mağduru olmuş olmalıydı. Spordan çıktığı için terliydi ve üstü de incecikti, hastalık kaçınılmaz olmuştu yani. Yataklarımızın arasında bir iki adım vardı, ben de amaçsızca ona doğru dönüp uyku pozisyonumu aldığımda, biraz kıpırdanıp kendimi uykunun huzurlu, iyileştirici kollarına bıraktım.

~~~~~~~~~~

Biliyorum, baya kısa bir bölüm oldu >.< ama en yakın zamanda devamını yayınlamayı düşünüyorum *.*

Minik tatliş yıldıza basmadan, yorum yapmadan geçmeyin derim jxjxjjssj sizi seviyorum~~

bangtan || jeon jung kookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin