/// 3 AY SONRA ///
Yang Seo Rin~
Eve dönmek istiyordum. Gerçekten, tüm kalbimle, o korkunç uçak yolculuğunu bile tekrar göze alarak, evime dönmek istiyordum.
Aish! Babamın işleri yüzünden neredeyse her yaz gelip Amerika'da kalmama rağmen ingilizce öğrenememiştim. Hatta Kore'ye geri döndüğüm anda eğer kazayla öğrendiğim bir kaç kelime falan varsa, onları da unutuverirdim.
Yolumun hemen üstünde olan cafeye girip cam kenarındaki masaya oturarak babamı beklemeye başladım. Hava gerçekten sıcaktı! Ve 5 dakika sonra babam hala gelmediğinde, onu beklerken bir şeyler içmeye karar verdim.
Zihnimde defalarca yalan yanlış "Bir limonata alabilir miyim?" cümlesinin provasını yaptıktan sonra garsonu çağırabilmeyi başarmıştım. Hem anlaşılması zor aksanım hem de kıt ingilizcem yüzünden garsonlara bile rezil olmaya alışmıştım zaten.
Ama kafamı kaldırdığım gibi gördüğüm surat karşısında o kadar mutlu olmuştum ki, o heyecanla birden siparişimi unutup, "Sen Koreli misin?" diye sorduğumda, cüzdanımı da yere düşürmüştüm.
Sakince başını sallayıp yere eğildi ve cüzdanımı alıp masaya koydu. "Ne istersiniz?"
Bu soruyu korece sorması beni dil açısından rahatlatmıştı ama bu sefer beni rahatsız eden, az önceki heyecanımla farketmediğim başka bir şey vardı. Koreliydi evet, ama yüzü... Gözlerinin altında genelde babamda gördüğüm torbalardan vardı, dudağının ve sol kaşının kenarındaki yaralar ise daha yeni kabuk bağlamış, dokunsam tekrar kanayacakmış gibiydi. Ah ve gözlerini kısarak benimle konuşmasına bakarsak... Başı ağrıyor olmalıydı. Doktor kızı olmak böyle bir şeydi.
Ah~ Seo Rin! Sanane bundan! Sonunda senin dilinle konuşan bir insan buldun işte..."L-limonata," diyebildim en sonunda. "Soğuk olsun lütfen."
Tekrar başını sallayıp gittiğinde telefonum titreşti. Babamdan bir mesaj!
*Seni beklettiğim için üzgünüm, ama varlığını unuttuğum bir seminere katılmam gerekiyor. Otele kendin dönebilirsin, değil mi? İstersen hastaneye gelip beni bekleyebilirsin ama uzun sürebilir. Kendine iyi bak~*
Mesajı okur okumaz, "Ah~ Hayır!" diye söylenmeye başlamıştım ama birden önüme koyulan limonata karşısında susmak zorunda kaldım. "Teşekkürler."
Ben onun gitmesini bekliyorken, o masaya bir tane daha limonata koyup karşıma oturdu ve bir de üstüne sanki ona ne yaptığını anlamayarak baktığımda ben tuhaf davranıyormuşum gibi "Ne?" diye sordu. "Oturamaz mıyım?"
"Çalışmıyor musun?"
"Mesai saatim bitti," diyerek limonatasından rahatça bir yudum aldı ve önlüğünü çıkartıp sandalyelerden birinin üstüne attı. "Burda mı yaşıyorsun?"
"Ah, hayır. Babamın işleri..."
Başını salladı. "Ben de geri dönmek istiyorum."
Açıkçası... Neye uğradığımı şaşırmıştım. "Sen... Burda mı yaşıyorsun?"
"Buna yaşamak denirse, evet. Ah~ uzun zamandır kendi dilimde konuşamıyordum. Sağol."
Az kalsın gülümseyecektim ki, babamın attığı mesaj aklıma geldi. Ne otele, ne de hastaneye burdan tek başıma gitmeyi biliyordum! Bakışlarımı limonatamdan kaldırıp ona baktığımda, onu cüzdanından bir miktar para çıkartıp masaya koyarken yakaladım. Ne yani, öylece gidecek miydi?
"Şey..." dedim ama... Devamında ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Bana sorar bakışlarla baktı.
"Acaba bana yardım edebilir misin?"
![](https://img.wattpad.com/cover/47327471-288-k898225.jpg)