"Konser nasıl geçti?"
Koyu renk valizimin tutacağını indirip içine fazla bir şey koymamama rağmen oldukça ağır olan çantamı arabanın bagajına, diğerlerininkinden boş kalan bir yere yerleştirdim.
"İyiydi," diye yanıtladı Hyun Bi. "Çocuklar sana şunu iletmemi istediler: Umarım o pisliği geri getirebilirsiniz yoksa biz oraya gelmek zorunda kalırız."
"Elimden geleni yapacağımı söylersin o halde," diyerek ona sarıldım ve derin bir nefesi içime çektim. "Korkuyorum," diye fısıldarken, sadece uçakta uyuyacağım uykunun hayaliyle ayakta durabiliyordum.
O da bana sıkıca sarılıp, "Korkma," diyerek aynı sessiz tonda devam etti. Bangtan, evde bir şey unutup unutmadıklarının hesabını yapıyor, ayakta uyuyan Jimin'e arabaya geçmesini söylüyorlardı. "Güzel geçeceğine eminim. Hem bu çocukların aksine sen daha önce Amerika'ya gittin. Aşina olmalısın."
Hafifçe güldüm. Hala İngilizce bile öğrenememiştim ki, zaten son zamanlarımda yanımda Jungkook olmasaydı muhtemelen oralarda kaybolur, bir organ mafyasının eline falan düşer ve bir daha asla Kore'ye dönemezdim.
"Geri gelir, değil mi?" diye sordum. Bunu dile getirmek neden bu kadar zordu, neden duyma ihtimalim olan ikinci cevaptan bu kadar korkuyordum, bilmiyordum ama emin olduğum bir şey vardı ki, eğer geri dönmezse hayatımla ne yapacağımı kestiremiyordum.
Onun olmadığı bir Bangtan, onun pürüzsüz sesinin dahil olmadığı bir şarkı düşünemiyordum. Şu son bir haftadır sınıfta yalnız oturuyordum, dikkatimi sürekli dağıtıp duran bir Jungkook yoktu -ki bundan yarım dönem boyunca şikayetçi olmuştum- ama bu kısa süre bile beni alt üst ederken, daha da fazlasını düşünmek bile istemiyordum.
"Sana bağlı," diye yanıtladı beni ve Nam Joon'un, "Hadi, Seo Rin, geç kalıyoruz," demesiyle birbirimizden ayrıldık.
"Şans dile," diyerek gülümsedim ve yerimi Tae Hyung'a bıraktım. Sanırım yanında fazladan bir beş altı kişi onu izliyor olmamızdan dolayı rahat olamasa da, Hyun Bi'ye sıkı sıkı sarıldı. O ikisinin romantik konuşmalarına dahil olmak istemediğimden -Tae Hyung, Hyun Bi'ye yemek yerken bile mesaj atacağını söylüyordu ki, Tae'den bahsediyorduk, yemek yerken başka bir işle uğraşması mucizevi bir olay olurdu- arabaya geçtim. Suga ve Hye Shin'in de diğer arabanın önünde sarılış sahnesine şahit olmak zorunda kalmıştım.
Pekala, başlamak üzereyiz.
Bugün okulda Festival dolayısıyla yapılmasına izin verilen konser vardı. B.A.P sahneyi almıştı ama valizimi hazırlamam gerektiği için gidememiş, yerime bana yardım etmek isteyen Hyun Bi'yi göndermiştim. Zaten son günlerde sahneye çıktıkları yoktu, en azından ikimizden biri orada bulunmalıydı.
Festival biteli iki üç saat oluyordu ve biz uçuş saatimize yaklaşmıştık. Tae Hyung'un dediği gibi ulaşım ve konaklama da dahil olmak üzere tüm harcamalar Jeon Jung Hyun'dandı, dolayısıyla cebimden sadece ıvır zıvırların parasının çıkacağı bir seyahat olacaktı ve bu yüzden babamdan okul gezisi diye izin almam çok zor olmamıştı. Yalan sayılmazdı, okulumuzdan olmayan tek bir kişi bile yoktu şu an yanımda.
Atlamadan, Jung Hyun da orada olacaktı. Bizden iki gün önce buradan ayrılmış, Jungkook'u biz gelene kadar yumuşak bir kıvama getireceğine dair söz vermişti. Jung Hyun'un acımasız bir yönü vardı, bu su götürmez bir gerçekti. Yani, hiç tereddüt etmeden kardeşinin yarasına tuz basabilir, acıyan yeri tekrar kanatabilirdi ama bu sefer yapacaklarının hiç birine itiraz etmiyordum. Biz oraya gittiğimizde arkadaşlarını özlemiş, geri dönüp dönmemek arasında ikilemde kalmış bir Jungkook bulursak, onu yanımıza çekmek daha kolay olurdu.
