"Okul bu kadar erken başlamak zorunda mı? Hayır yani niye bu kadar erken? Öğrencilerin sağlık durumu hiç mi düşün-"
"Yah, Seo Rin! Ya şimdi hazırlanmaya başlarsın ya da ben gelip seni tekmeleyerek o yataktan kaldırırım ve daha ilk günden okula geç kalırız, anladın mı?" Hyun Bi, o korkunç ses tonuyla art arda bir kaç tehdit daha sıraladıktan sonra, "Choi Seul Hae'den daha geç gidemeyiz okula," diye bitirdi diyeceklerini.
Bu kız gerçekten... Seul Hae'yle ciddi problemleri vardı.
"Aissh~ Tamam kalkıyorum," diyerek telefonu -bana daha sonra kızacağını bile bile- yüzüne kapattım ve yorganı tekmeleyerek yataktan kalktım.
Ama öyle bir psikoloji içerisindeydim ki, banyo diye babamın odasına girip, bir kaç dakika boyunca boy aynasında amaçsızca kendimi incelemiş, çalmaya başlayan telefonumu görmezden gelmiştim. Arayan muhtemelen yine Hyun Bi'ydi, yani kendi odama kadar yürüyüp telefonu kulağıma götürmeye bile değmezdi çünkü muhtemelen az önce telefonu suratına kapattığım için beni azarlayacaktı; bunu daha sonra da yapabilirdi.
Onun dışında aynadaki yansımam da berbat görünüyordu ama bunu da önemsemedim. Dikkatim saniyeler içinde aynanın hemen yanındaki çerçevenin içinden bana gülümseyen anneme kaymıştı. Sesini duyar gibiydim.
"Seo Rin, okulda yeteri kadar zararlı şeyler yiyorsun zaten, hadi kahvaltı yapalım. Mutfakta seni bekliyorum, ilk derse aç girmemelisin!"
Sen gittiğinden beri kahvaltı yapmıyorum anne.
"Derslerinden çok kalbinin iyi olması gerekiyor meleğim, unutma."
Kalbim eskisi kadar iyi ve temiz mi?
En acı vereni de o gün beni okula gönderirken söyledikleriydi. "Ben olsam da, olmasam da kendine iyi bakacağına söz verir misin? Biliyorsun, ağlamak sana hiç yakışmıyor. Gülümse, hep gülümse olur mu?"
"Beraber gülümseyelim~" demiştim ben de. Ardından annemi öpüp okula giderken, akşam eve geri döndüğümde onsuz bir yaşama adım atacağımı nerden bilebilirdim ki? Sırf bana "Ağlamak sana hiç yakışmıyor," dediği için sadece gece yatağıma girdiğimde, beni duyamayacağını düşündüğüm zamanlarda ağlardım.
Burukça gülümsediğimde, aynadaki yansımamdan yanaklarımdaki yaşları görebiliyordum ama yine de gülümsemeye devam ettim. O böyle istiyor. O böyle istiyor.
Odadan çıkıp hazırlanmaya başlamadan önce de toparlanabildiğim kadar toparlanıp anneme son bir kez daha baktım. "Seni çok özlüyorum..."
*
Okul daha önce hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
Ciddiyim, okulumuz büyük olduğundan bazı okullar arası olimpiyatlar burda yapılırdı ama o zaman bile en fazla bir kaç yüz kişi olurduk. Tanrım, yeni gelen bu kadar insan...
"Korkunç," diye mırıldandığımda, aynı benimki gibi bir yüz ifadesiyle bahçede toplaşmış kalabalığı izleyen Hyun Bi, onaylarcasına başını salladı.
"Bu kadarını beklemiyordum."
Tam ona cevap verecektim ki, omzuma atılan ağır bir kol hissettiğimde hemen arkamı dönüp kolun sahibine baktım.
Bang Yong Guk, bütün sinir bozuculuğuyla yanımda duruyordu ama yine de kıkırdadım. Bu çocukları bile özlemiştim. Diğer taraftan da DaeHyun ise, bu sabahki makyajının hiç güzel olmadığını söyleyerek Hyun Bi'ye sataşıyordu.
Yong Guk, "Günaydın, Yang Seo Rin~" diyerek saçımı karıştırınca, "Yah!" diyerek kızdım. "Küçük çocuk muyum ben? Şunu yapmayı kes!"