Bayan Eun odadan çıkar çıkmaz hemen o soğuk mavi bekleme koltuklarından kalkıp yanına gittiğimde, ben daha soru sormadan ellerini beyaz önlüğünün cebine yerleştirerek konuşmaya başladı. "O arkadaşınız mı?"
Namjoon cevapladı. "Evet. O iyi, değil mi? Bir şeyi-"
"Sorun yok, sorun yok. Arkadaşınız iyi. Biraz dinlenmesi gerekiyor sadece." Bayan Eun, alışık olduğum o rahatlatıcı tavrını gösterip gülümsedi. "Ailesi veya... Her hangi bir akrabası yok mu?"
Hoseok, "Teyzesi var," diye cevapladı. "Neden?"
"En yakını o mu? Eğer öyleyse, onunla görüşmek istiyorum. Ona ulaşabilir misiniz?"
Koridorda bir sessizlik oluşmuştu ama sonra Suga birden, "Ona söyleyemeyiz," diyerek gergin havayı dağıttı. "Yani... Söyleyemeyiz..."
Bayan Eun, açıklamaya hiç de benzemeyen bu açıklama karşısında yine de anlayışla başını salladı ve bir süre hiç bir şey demeden bekledi, bu onun mantıklı bir çözüm yolu arama biçimiydi. Onu seviyordum. Annem öldüğünde onu tanımış, ilk başlarda nefret etmiş ama sonradan onu hiç sahip olmadığım bir abla yerine koymuştum. Saygı ifadeleri kullanarak konuştuğum, işi dolayısıyla pek fazla görme şansı elde edemediğim bir abla.
Ve şu an burada yine beni kurtarıyordu. Eğer babama bu hastanede, bu vakayla yakalansaydım, eve gidince kötü şeyler olabilirdi.
"Hemşireler ara sıra onu kontrol etmeye gelecek. Şimdi içerde uyuyor," diyen Bayan Eun biraz etrafına bakınıp ekledi. "Burada böylece beklemenizi istemek zor olur... Onu uyandırmamak ve sessiz olmak şartıyla içeri geçebilirsiniz. Ama lütfen, bırakın biraz uyusun, tamam mı?" Hepimizle teker teker göz teması kurdu. "Bu geceyi tedbir açısından burada geçirmesi gerekiyor. Ah ve... Uyanırsa ve ben gitmemiş olursam haber verin, olur mu? Olayın aslını öğrenmem ve gerekirse... Polise bildirmem gerekiyor... Geçmiş olsun."
Herkes hiç bir şey demeden, sessizce başını salladığında, gözüm Tae Hyung'a ilişti. Buraya geldiğimizden beri tek kelime etmiyor, duyguları olan bir insan olduğunu gösteren tek bir tepki vermiyordu.
Jin yavaşça kapının kolunu aşağı doğru indirdikten sonra sessizce odaya giren ilk kişi oldu. Ardından diğerleri de onu takip ederken, boş bir yatağa oturup uyuyan Jungkook'a doğru döndüler. Tae Hyung dışında. O, koltuklarla korkunç bir uyum içerisinde olan uçuk mavi duvara yaslanmış, orada öylece beklemekte de kararlı gibi görünüyordu.
Hyun Bi'nin erkenden gitmek zorunda kalması kötü olmuştu. Şu an Tae Hyung'un yanında durabilecek en nötr insan oydu çünkü.
"Seo Rin, biraz konuşabilir miyiz?"
Bayan Eun'a doğru dönüp bu beklenmedik soru karşısında bir an afallasam da, olumlu cevap vererek ve Tae Hyung'u orada yalnız bırakarak onu takip ettim.
Koridorun köşesini döndükten sonra durduk. "Benimle ne konuşmak istiyordunuz?"
"Babanın bu durumdan haberdar olmasını engelledim, ama... Bana anlatabilirsin, biliyorsun. Hatta anlatmalısın. O çocuğa tam olarak ne oldu?"
"Ben... Bilmiyorum," diye yanıtladım. "Onu bu halde bulduk. Diğerleri onun yakın arkadaşları ama uzun süredir görüşemiyorlardı. Bu yüzden kimsenin bir fikri yok."
"Peki onun ailesi gerçekten yok mu?"
Ne denirdi ki? Hayır, aslında öz bir abisi var, ama Jungkook'u bu hale getirenin o olduğundan şüpheleniyoruz, mu? "Yok," diye yanıtladım. "Zaten Kore'de bile yaşamıyor, onu tanıdığımda Amerika'daydı."
