"Jungkook?"
Genç oğlan bir süre hareketsiz kalsa da, mantıklı düşünme mekanizmasını işlevsel hale getirmesi çok uzun sürmedi. Hemen yolun karşısına geçip, onu kolundan tutarak parka doğru sürüklerken, ses tonundan buram buram endişe hissedilen şikayetleri görmezden gelmişti.
"Jungkook, bekle bir saniye! Ne yapıyorsun? Ya! Sana dur dedim!"
Bir kaç dakika içinde de, genç oğlan denileni yapmıştı. Bu saatte bomboş olan çocuk parkındaki bir bankın önünde durmuş, ne demesi gerektiği hakkında hiç bir fikre sahip olmadığı bu stresli dakikalara biraz olsun alışmaya çalışıyordu.
İkisi de bir süre sessiz kaldılar."Tanrım, inanamıyorum... Bu gerçekten sensin!"
"Noona..."
Hye Shin, bir anda Jungkook'a doğru uzanıp onun boynuna sarıldı. Genç oğlan tepkisiz kalmak için çok uğraş verse de, başaramamış, sımsıkı bir şekilde ona sarılarak karşılık vermişti. Bir şey olmaz, diye tekrarlıyordu içinden de. Bir şey olmaz.
Bir süre öylece kalıp ayrıldıklarındaysa, Hye Shin buruk bir sesle, "Oturalım mı?" diye sorarak bankı işaret etti ve gözlerini kuruladı. Ağlamış mıydı?
Jungkook sessiz kalıp parkı izlerken, genç kız bir şeyler söylemeyi tercih ediyordu. "Seni o kadar özledik ki... İyi misin? Nerelerdeydin? Ah~ Neden saklanıyordun? Çocuklar seni gördüğünde-"
"Burda fazla kalmayacağım."
Hye Shin, bir anda cümlesini kesen Jungkook'un bakışlarını kaçırdığını farketmişti. "N-ne? Ne demek kalmayacaksın?"
"Noona, beni görmemiş gibi davranabilirsin değil mi? Yakında gideceğim. Lütfen diğerlerine söyleme. Lütfen."
"Nereye gideceksin?!" Hye Shin farkında olmasa da sesi yükselmişti. "Tanrım, neden hiç birimize bir açıklama yapmıyorsun? Aylarca sana ulaşmaya çalıştık! Tek kelime etmeden gittin, geri döndün ve yine aynısını mı yapacaksın? Neredeydin? Neden gidiyorsun?!"
Genç oğlan tekrar sessiz kaldığında, Hye Shin bağırdığı için pişman olmuştu bile. "Jungkook, lütfen anlat. Neler oluyor?"
"Ben..." Jungkook, başını havaya kaldırıp derin bir nefes alarak, düşüncelerini mantıklı bir sıraya koymaya çalıştı. "Üzgünüm. Çok üzgünüm... Hayatınızdan tamamen çıkacağım, beni bir daha görmeyeceksiniz. Buraya... Belki de bu ülkeye son gelişim bu."
"S-sen ne dediğinin farkında mısın?" Hye Shin'in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladığında buna aldırmıyordu bile. "Kim sana hayatımızdan çıkman gerektiğini söyledi? Tek başına-"
"Noona, çok düşündüm, tamam mı? Buraya gelirken çok kızgındım! Sağlıklı düşünemiyordum, ne kadar kaçmaya çalışırsam çalışayım abimin beni bulacağını kabul etmek istemiyordum!" Jungkook başını öne eğerek, daha düşük bir sesle, buruk bir tonda devam etti. "Ben... Biriyle tanıştım. Bana ne olursa olsun, nerede olmak istiyorsam oraya gitmem gerektiğini, sevdiğim insanların beni affedeceğini söyledi. Ona inandım, inanmak istedim. Abimle de kavga etmiştim zaten, uçak bileti alıp buraya dönmem çok zor olmadı." Genç oğlan derin bir nefes daha alıp, "Ama," diye devam ederken başını iki yanına salladı. "Ben bu boş umutlara gözüm kapalı takılıp buraya sürüklenirken sonucu düşünemiyordum bile. Abim benim sizinle olduğumu öğrenirse ne olur tahmin edebiliyorsun değil mi? Kaldığımız yerden devam ederiz."
"Bu hiç bir şekilde çözüm değil. Sen daha yetişkin bile değilsin! Nereye kadar böyle devam edeceksin?"
"Bilmiyorum..." Jungkook dirseklerini dizlerine koyup başını ellerinin arasına alarak boğuk sesiyle devam etti. "Bilmiyorum. Ama burada kalırsam başınız belaya girer."