45

5.3K 474 27
                                        

"Jeon Jung Kook. 1 Eylül 1997 doğumlu, Seoul'de tek başına yaşıyor. Jeon Holding varislerinden biri. Şirketler üzerinde abisi Jung Hyun'dan daha fazla hakka sahip. Ayrıca ailesinin ölümüne yol açtığı söyleniyor. Onları 12 yaşındayken kaybetti.

Şimdiye kadar 3 okul değiştirdi. Geçtiğimiz yaz Amerika'da, doğduktan 2 yıl sonrasına kadar da Japonya'da yaşadı. Kalıcı bir hastalığı yok.

Zeki bir çocuk, müziğe ciddi bir eğilimi var. Arkadaşlarıyla kurduğu bir grupta ana vokallerden birisi. Grubun adı Bangtan.

Ailesini kaybettiğinden beri suçlandığından, abisi tarafından reddedildiğinden, psikolojik bunalımlara girdiği dönemler oldu. Bunun hakkında kesin bir bilgi yok fakat arkadaşlarının onun iyi olmasında büyük bir etken olduğunu söylüyorlar."

Jungkook, gözlerini yavaş yavaş aralamaya başladığında kusma isteğini bastırmaya çalıştı. Adam konuşmaya başladığı andan beri uyanıktı ama nerede olduğunu kavrayamadığından kendisine zaman tanımıştı.

Bu kadar bilgi... Ne içindi?

Tahta bir sandalyeye bağlanmış, geniş, akşam güneşi alan bir odanın ortasına yerleştirilmişti. İpler o kadar sıkıydı ki, esnetme payı bile yoktu.

Dört ayaklı ve Jungkook'un bağlı olduğu sandalyeyle aynı maddeden yapılmış masaya yaslanan Yeon Woo Jun, elinde bir evrak çantası tutan adama konuştu. "Bana kesin bilgiler getirmen için sana para ödüyorum sanıyordum?"

"Öyle efend-"

"O ZAMAN BİR DAHA ASILSIZ DEDİKODULARLA BURAYA GELME!" Woo Jun'un aniden yükselen sesi boş odanın duvarlarına çarpıp geri yansımıştı.

Avukat olduğu bariz belli olan adam sayısız kez özür dilerken, Jungkook yutkundu.

Şu an kendisi için mi, abisi için mi, yoksa arkada bıraktığı arkadaşları ve Seo Rin için mi endişelenmesi gerektiğini kestiremiyordu.

Buraya gelene kadar uyanıktı ama zorla bindirildiği o arabada o kadar fazla sorun çıkartmıştı ki, en son adamlardan biri dayanamayıp onun ensesine vurduğunda bilincini kaybetmişti. Ense kökündeki ağrı kendini hatırlatıp tüm vücudundakilerle birleşince inleme isteği baş gösterdi.

Sonrasında Woo Jun'un bir el hareketiyle avukat dışarı çıkmış, o ikisini odada yalnız bırakmıştı.

Jungkook burnundan soluyarak tekrar hareket etme çabasına girdi ama nafileydi. "Ne istiyorsun?"

"Senin hakkında daha fazla bilgi." Woo Jun, net cümlesiyle aradaki gerginliği kamçıladığında, masanın hemen yanında duran ikinci bir sandalyeyi Jungkook'un önüne çekti ve rahat bir tavırla karşısına oturdu. "Neden o şirkette sen daha fazla hakka sahipsin? Daha 18 bile değilsin..."

"Bununla neden ilgileniyorsun bilmiyorum ama benim umrumda bile değil, anladın mı? Zaten her halükarda şerefsizin teki olduğun için-"

"Hey hey, unuttun mu? Bu gecelik abin sayılırım. Jung Hyun'a böyle konuşur muydun?" Woo Jun, gayet bilerek ve isteyerek derin bir yaraya tuz basarken güldü. "Benden çekinme... Tüm o laflarına rağmen sana zarar vermeyeceğim."

"Beni bırak."

"Hareketli bir hayatın olmuş, Jungkook~ah. Neden daha önce seni araştırmadım ki? Jeon ailesi gerçekten çok ilginç." Woo Jun, iğrenç bir şekilde güldüğünde uzun parmaklarıyla elindeki bir kaç kağıdı buruşturmaya başladı. "Ama reşit değilsin, ne yazık ki. Belli ki şirketlerle de fazla ilgilenmiyorsun. Abin lisedeyken Japonya ve Çin'deki şubelerde çalışmıştı, biliyor muydun?"

Ve üniversitesinin ilk senesinde de Fransa'da. Biliyordu.

"O yüzden ilerde Jeon Holding'den haklarını istemezsin diye tahmin ediyorum..."

"Para senin için bu kadar önemli mi?"

Woo Jun, genç oğlanın dediğine aldırmadan devam etti. "Jung Hyun uzatmaları oynuyor. Baban olmadan şirketi yönetmekte çok zorlanıyor. Ah ama zaten... Sevgili babanızın şu an buralarda olmamasının nedeni sendin, değil mi? Bu konuyu açtığım için kusura bakma."

Jungkook yanan gözlerini yumdu ve düzenli nefes almaya çalıştı. Bu pisliğe dayanamıyordu. Elinde olsa buradan kalkar ve onu doğduğuna pişman edebilirdi ama...

"Bizden gerçekten ne istiyorsun?" diye çaresizce fısıldadı. "Sana ne yaptık?"

"Yaptık değil, Jungkook. Yaptı." Woo Jun, son kelimelerinin üstüne basa basa devam etti. "Jeon Jung Hyun, senin şu aralar düşündüğün kadar masum birisi değil, malesef."

O an, Jungkook'un aklına Jeon Holding'in Amerika'daki şubesine yapılan saldırıdan sonra abisiyle yaptığı telefon görüşmesi geldi.

Ne olursa olsun bana güven, demişti. Ne olursa olsun.

"Yalan söylüyorsun."

"Keşke yalan söylüyor olsam," diyerek ayağa kalktı Woo Jun, yüzünde ona hiç yakışmayan sinsi bir gülüş vardı. "Jung Hyun'la ne zamandan beri yakınsınız ki? Sana elbette ki kusurlarını anlatmayacak. Seni basit sebeplerden dolayı terkedip giden birisi o."

Jungkook, sakinleşmek için arkadan bağlı ellerini yumruk şekline getirdi. Kendine durmadan, beni kızdırmak için yapıyor, diye hatırlatıyordu ama nafileydi.

Her şeyden öte, Jungkook kabul etmese de henüz daha çocuktu. Abisiyle yakınlığı çok yeniydi ve içine şüphe düşüyordu, bunu engelleyemiyordu.

Çok fazla yıpranmıştı.

"Her neyse," diye devam etti Woo Jun, Jungkook'un arkasına doğru yürürken. Genç oğlanın tüyleri diken diken olurken bekledi. "Seni daha fazla burada tutmak istemiyorum. İpleri çözeceğim ve gideceksin. Bu abin için küçük bir uyarıydı."

Jungkook, iplerin kesilmesiyle bileklerini önüne alıp kızarmış yerleri ovaladı. Özgürdü, hareket edebilirdi ama artık bir şey yapmak istemiyordu. Ona vurmak dahi istemiyordu.

Woo Jun, hala sandalyeden kalkmayan Jungkook'un şüpheli bakışlarına karşılık güldü. "Bunu yapmamalarını söylemiştim ama seni fazla hırpaladılar, değil mi? Bunun telafisi olarak seni eve biz bırakacağız."

Jungkook sakince öne eğilip ayaklarındaki ipleri de çözüyorken, telefonuna gelen bir mesajı okuyup kahkaha atan Woo Jun'a karşılık kaskatı kesildi. "Jung Hyun, çoktan Kore'ye inmiş, biliyor musun? Senin için gelmiş olmalı. Ne dokunaklı..."

Jungkook sessiz kalıp ayağa kalktı ve Woo Jun'un karşısına dikildi. "Ne yaparsam bizi rahat bırakırsın?"

Woo Jun'un kahkahası yankı yapacak kadar yükselmişti. "Sen sandığımdan da zeki bir çocuksun Jungkook," diyerek duruşunu daha da dikleştirdi. Bu ufak Jeon çocuğu bile ailesinden gelen bir asilliğe sahipti, ne halde olursa olsun, bu buram buram hissediliyordu. "Ancak senin piyon olmaktan başka şu an için yapacağın hiç bir şey yok. Abini Kore'ye getirtmek istiyordum, bunun için Amerika'daki şirkete ufak çaplı bir saldırı bile düzenlettirdim ama yılmadı. Fakat senin ufak bir bağırışın hemen etkili oldu."

"Zavallı." diye fısıldadı Jungkook. "Zavallı."

"Sana benimle böyle konuşmaman gerektiğini söylemiştim, değil mi?" Woo Jun, tüm sakinliğini korumaya çalışırken gülümsedi. "Benimle daha çok görüşeceksin, belki de aramızı iyi tutmalıyız."

"Bu yaptıklarını teker teker sana ödeteceğim."

"Yaşıyor olacaksan, neden olmasın?"

Jungkook'un cevap vermesine fırsat tanımadan kapıyı açıp içeri iki adamı alan Woo Jun, masanın üzerindeki maskeyi onlara uzattı.

İki adamdan biri maskeyi alıp Jungkook'un yüzüne indirdiğinde genç oğlan elini kaldırıp onları engellemiyordu bile. Gelirken de böyle yapmışlardı; amaçları Jungkook'a nerede olduklarını göstermemekti.

Arabaya kadar ittire ittire yürütülüp nihayet yola koyulduklarında kendine hakim olmak için tırnak batırdığı avuç içleri kanamaya başlamıştı.

Kore'ye geri dönmekle müthiş bir hata yaptığını düşünmemek işten bile değildi.

~

bangtan || jeon jung kookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin