Jungkook, derin bir nefes alarak elindeki bileti parmakları arasında evirip çevirmeye devam etti.
Dün yaşadıklarına hala anlam veremiyor, sızlayan içini hala dindiremiyordu.
Gelmişlerdi.
Arkadaşları, kendinden daha çok önemsediği, sevdiği insanlar dün tam olarak yanındaydı. Seo Rin, tam olarak onun gözlerinin içine bakmıştı. Özellikle Tae Hyung çocukça davranıp genç oğlanın sinirlerini zıplatmış olsa da, çocukların hepsi -Seo Rin de dahil olmak üzere- onu tanımıyormuş gibi yapmış olsalar da, buradalardı.
Neden geldikleri hakkında hiç konuşamamışlardı, o sıra çocuklar Jungkook'un canını yakmakla meşguldü ama genç oğlan her şeyin farkındaydı. Üstelememiş, sadece hepsi gidene kadar mutluluklarını izlemişti. Onsuz gülüyor, eğleniyor ve iyi zaman geçiriyorlardı.
Onlar giderken dayanamamış ve Seo Rin'i durdurmuştu ve bu da tüm bedenini ateşe atmıştı sanki. Canı pahasına korumak istediği, kendinden daha çok önemsediği, tüm samimiyetiyle sevdiği kız, ona sadece daha iyi bir hoşçakal demek için geldiğini söylemişti. Tıpkı aylar önce -asırlar gibi hissettirmişti oysa- kendisinin Seo Rin'e yaptığı gibi, o da Jungkook'a lanet olası bir moladan bahsetmişti.
Mola.
Ah, ama hepsi kendi suçuydu. Genç oğlan en başta Seo Rin Amerika'dan ayrılırken ona, "Jungkook diye birini hiç tanımamış gibi yap," demeseydi, Kore'de karşılaştıklarında ona kaba davranmak zorunda kalmayacaktı. Sonra bunun getirdiği pişmanlıkla özür dilemek zorunda olduğunu hissetmeyecek, dolayısıyla özür dileyip aralarındaki buzları eritmeyecek ve Seo Rin'e böylesine çekilmeyecekti. Onu kendi hayatına öylece dahil etmemiş, ona tüm kırgınlıklarını ve kızgınlıklarını anlatmamış olacak ve bu raddeye gelmeyeceklerdi.
Ama Jungkook, hala hiç bir şey için pişman hissetmiyordu. Zarar vermiş olsa da, Seo Rin'i sevmek hayatında yaptığı en güzel şeylerden biriydi ve kendisi onun sevgisini haketmediğini bildiği halde bunu ona söylemişti.
Cevabını almıştı, aldığını biliyordu.
Hayatında ilk defa sarhoş olduğu o gece, kesinlikle bilincini tamamen yitirmemişti. Bangtan'a ağır konuştuğu bir gerçekti, bunu zihninin bulanıklığıyla daha kolay yapmıştı ama Seo Rin'i orada görmeyi, çocukların Seo Rin ve kendisini evde yalnız bırakıp gideceğini tahmin bile etmiyordu.
O yüzden ana uyarak planını değiştirmiş ve sarhoş maskesine uyum sağlamıştı. Seo Rin'e son günlerde kendinden nefret ettirecek kadar iğrenç davranıyordu, bu yüzden bunu ne olursa olsun telafi etmeliydi. Yöntemi değişik olmuş olsa da, işe yaramıştı.
O gece neredeyse tüm içinde tuttuklarını söylemiş, Seo Rin'den bir cevap almış, onu güldürebilmişti. Ona sarılarak geceyi geçirmiş, sıcaklığını son kez hissediyor olduğunun bilincinde olarak tüm gece uyumamış ve Seo Rin sabahın erken saatlerinde sessizce evden ayrılana kadar onu izlemişti.
İyi bir oyuncu, olabilecek en kötü arkadaştı.
Tüm bu hatıralarının ardından, Max yüzünden acısını düzgünce yaşayamamış olsa da, bugün onun izin günüydü. Bu boş günlerden hoşlanmazdı, kafasını meşgul edecek bir şeylere ihtiyaç duyuyordu ve dolayısıyla evinde, yalnız başına oturuyorken Seo Rin'in hesap defterinin arasına yerleştirdiği Kore'ye gidiş uçak biletine bakıp bakıp kendini karamsarlığa boğmaması için hiç bir sebep yoktu.
Çocukların nasıl o kadar yolu kendisi için geldiğine anlam verememişti, özellikle Tae Hyung geçen seferki gibi kendisine ölümüne kızgın olur diye düşünüyordu ama şu an bunların önemi yoktu. Bir şekilde buradalardı ve... Deli gibi onları tekrar görmek istiyordu.