Son olarak diş fırçamı da sırt çantama yerleştirdikten sonra derin bir nefes vererek yatağa çöktüm.
Jungkook'a yaptığımız konser sürprizinden sonra onun evine gitmiş ve biraz vakit geçirmiştik. Diğer çocuklardan üç buçuk saat sonra eve varmış olmamız, benim ahjussiden arabayı durdurmasını rica etmemden dolayıydı. O kadar güzel uyuyordu ki kucağımda, kendisi uyanana kadar onu ellemeye kıyamamıştım.
Benden aylar sonra tek bir şeyi, yanımda uyumasına izin vermemi istemişti. Bunu reddetme gibi bir seçeneğim bile olamazdı.
Yol kenarında durduğumuz süre iki saatti, geri kalanı bir şekilde trafikte geçmişti ama yine de bu uykusunu alması için çok kısa bir süreydi. Günlerdir doğru düzgün uyuyamadığını söylemişti, gerekirse akşama kadar yolda kalmayı kabul ederdim ama onu uyandırmazdım.
Ben her şeyi göze almış, onun özlediğim yüzünü izleyip soluklarının ritmini dinliyorken Jungkook'un telefonunun çalması paniklememe neden olmuştu. Jungkook o sinir bozucu sese rağmen uyanmamıştı ama arayan her kimse bir türlü vazgeçip de aramayı sonlandırmadığı için Jungkook'un uyanma riski dolayısıyla tedirgindim.
Bu yüzden uzanıp onu uyandırmadan cebinden telefonunu almaya çalışmıştım ama telefonuyla beraber elime gelen bir fotoğraf da olmuştu. Telefon sanki benim onu almamı bekliyormuş gibi hemen susunca odağımı fotoğrafa kaydırabilmiştim.
Fotoğraftaki bendim.
Jungkook'a matematik anlatmaya çalıştığım bir sırada saçlarım tamamen dağınıkken çekilmiş bir fotoğrafımdı ki, benim bunun varlığından dahi haberim yoktu. Jungkook'un o an beni dinliyor olması falan lazımdı tabi.
Ben onun üstüne eğilmiş vaziyette, bir şekilde içine düştüğümüz durumları düşünürken Jungkook anlaşılan çoktan uyanmıştı.
"Saçların gıdıklıyor," olmuştu ilk cümlesi. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı ama gözleri hala kapalıydı. "Cebimde bu kadar ilgi çeken ne buldun?"
Hemen saçlarımı yüzünden çekip tek omzumda topladığımda, "Sakız çöpleri," diye yanıtlamıştım. Düşünmeden verdiğim bir cevaptı ama hem olasıydı hem de onu tekrar güldürmüştü.
"Aroması da yalan mı?"
Cevap vermemiştim.
Cebinde bir fotoğrafımı taşıyordu ve benim bunu bilmemi engellemek için çabalamamıştı, o fotoğrafı gördüğümü biliyordu, emindim.
Yavaşça gözlerini açmıştı sonra. Şöför atıştırmalık bir şeyler alacağını söyleyip bizi arabada yalnız bıraktığı için şanslıydık.
"Ne kadardır uyuyorum?" diye sormuştu. Doğrulmak için hamle yapmış olsa da onu engelleyip başını tekrar dizlerime yerleştirmesine izin vererek saçlarının arasında parmaklarımı gezdirmiştim.
"Üç saati geçiyor sanırım."
"Üç mü?" Kaşlarını çatmış beni inceliyorken beynimin bir kısmı sadece eğilip onu öpme fikrine odaklanmış durumdaydı. Bunu yenmem zor olmuştu. "Neden beni uyandırmadın?"
"Uyuyordun çünkü." Oldukça açıklayıcı cevabım hoşuna gitmiş olmalıydı ki yeniden gülmüştü.
Sonra...
Sonra mı? Sonrası yoktu.
Ahjussi arabaya gelmiş ve sanki şu ana kadarki yavaş hızının intikamını almak istercesine bizi zaman zaman korkutucu bir hız ibaresine dayanarak da olsa eve ulaştırmıştı.
Dalgınlığımla fotoğrafı kendi cebime koyduğumun bile çok sonra farkına varacaktım.
Ve işte şimdi... Gidiyordum.