52

6K 521 123
                                        

"Hey... Günaydın."

Hala gözlerini tam anlamıyla açamamış olan Jungkook, kapı pervazına yaslanıp esnerken aslında bu kadar erken gelmiş olmamın pek de iyi bir fikir olmadığını yeni idrak edebilmiştim.

"Bugün cumartesi, Seo Rin," diyerek başını iki yanına salladı. "Sabahın körü üstelik."

"Biliyorum." Yanıtıma tepki vermemişti. Yani zaten genel olarak şu an tepki verebilecek bir potansiyele sahip değildi. "İçeri girebilir miyim?"

Yavaşça çekilip benim için yol açtı. Bu çocuk, bu baş belası laf anlamaz çocuk, insanların insanlık vasıflarını kaybettiği bu saatlerde bile nasıl bu kadar iyi görünebilirdi ki?

Buraya gelmem tamamen dün Jimin'e verdiğim sözü tutmak amaçlıydı. Bunu kendime hatırlatıp duruyordum, Jungkook'a göz kulak olacaktım fakat beni çok iyi tanıdığını sanan iç sesim, bunu Jimin istese de istemese de zaten yapacağımı iddia ediyordu.

Elimdeki poşetleri mutfağa bırakıp ben içeri girer girmez kanepeye çöküp uyuklamaya başlayan Jungkook'a geri döndüm. "Kahvaltı için bir şeyler aldım. Çok sağlıksız besleniyorsun."

"H-hmm..." diyerek mırıldanıp mavi yastığı yüzüne bastırdı.

Beni dinliyor muydu ki?

Bildiğim cevap üzerine kıkırdayıp Jungkook'un üstüne koltuğun kenarına atılmış bir örtüyü örttüm. Ben evdeyken uyuyakalabilme veya biliçli olarak uyuma gibi alışkanlıklar edinmişti. Fakat geceyi kanepede geçirmiş gibi gözüküyordu. Halbuki içeride odası vardı.

Bunu şimdilik boş vererek, Jungkook'a uyanması için zaman tanıdım ve mutfağa girdim. Yavaş yavaş malzemeleri tezgaha dizerken düşünceliydim, heyecanlıydım.

Öncelikle... Sabahın köründe kalkıp alışveriş yapmış, buraya kadar yürümüş ve açılana kadar da 5 dakika kapının önünde beklemiştim. Tüm bunlar ne içindi? Ona güzel bir kahvaltı hazırlayabilmek için mi? Jimin'in istediği gibi onunla ilgilenmek için mi?

Hayır. Bu çok farklıydı. Jungkook'a bir şekilde çekiliyordum.

Bana sarıldığı zaman onu asla itemiyor, ona karşılık vermekten başka bir şey yapamıyordum. Ona teslim oluyor gibi hissediyordum. Bana... Sarılmasını istiyordum. Tüm sorunlarına rağmen bana gülümsemesini, benimle vakit geçirmesini istiyordum.

Bencillikti bunun adı. İşte tam da bu yüzden yaptıklarımı, "Bangtan'ın geri kalanı Jungkook'la ilgilenmemi istediği için şu an buradayım," bahanesinin altına gizleyerek sunuyordum.

"Bu öğünün adı kahvaltı, değil mi?" Düşüncelerimi bölen sese döndüğümde, sol omzunu kapı pervazına yaslayıp sırıtarak beni izleyen bir Jungkook'la karşılaştım. "Yani bu öğünü bir an önce yememiz gerekiyor ama saygıdeğer aşçımız çok derin düşünceler içerisinde?"

Güldüm. "Belki de yardıma ihtiyacım vardır?"

"Hayır, gayet iyi gidiyordun aslında." O da hafifçe güldüğünde sesinin biraz kısık olduğunu farkettim. Bu ya çok bağırdığınızda ya da hasta olduğunuzda çıkan o pürüzlü seslerdendi ve Jungkook'a bu sesin bile yakışması adil değildi. "Buraya gerçekten bana kahvaltı hazırlamak için mi geldin?"

Başımı salladım. "Senin hiç bir zaman doğru dürüst beslenmediğini biliyorum, bu yüzden çok zayıf düşüyorsun..."

"Ve?"

"Ve..." diyerek yumurta kırmak için bir kap arayışına girdim. "Abinin gittiğini duydum."

"Ah, o konu..." Kendini dikleştirerek yanıma geldi ve benim üstümden yukardaki dolaplardan birine uzanarak kırmızı renkte minik bir kap çıkardı. "Doğru. Ben de sonradan öğrendim. Gitmiş."

bangtan || jeon jung kookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin