/// Medya: Jungkook'un söylediği şarkı, okurken dinleyebilirsiniz ///
Her zaman kötü şeyler olmaz diye düşünürdüm.
Hayat, bu kadar acımasız olamazdı. Bir yerden birilerine bir darbe indirdiğinde mutlaka peşinden iyi şeyler getirirdi, bize öğretilen şey buydu.
Ama demek ki öyle değilmiş.
Bir avuç insan vardı karşımda şu an. Hepsini teker teker yeniden inceledim. Birbirlerinden o kadar farklılardı ki, denge kaçınılmazdı. Birbirlerinden o kadar bağımsızlardı ki, bağ sorgulanamazdı.
Saatlerdir tek kelime etmeden bekliyorduk. Jungkook'u alıp götürdüklerinde beni kaldıran Tae Hyung'du. Ardından Jimin benimle ilgilenen kişi olmuş, Tae Hyung'sa Yong Guk ve Nam Joon'la beraber arabayı takip edebildikleri yere kadar takip etmiş, Jungkook'u geri alabilmek için elinden geleni yapmıştı.
Başarısız olduğunu söyleyerek yanımıza döndüğünde yürümekte ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Kendine yine bir şeyleri engelleyemediği için kızgındı, çocukların onu sakinleştirmesi zaman almıştı.
Bense iyiydim. Bir kaç yerimde morluk oluşmuştu, çok yorgun hissediyordum ama iyiydim.
Bu eve ilk geldiğimde ve onlara Jungkook'u tanıdığımı söylediğimde Tae Hyung'un benden nasıl nefret ettiğini hatırlamıştım, Jungkook'un ismini duymak bile istemiyordu çünkü. O zaman kavga etmişler ve sessizliğe bürünmüşlerdi ki bu gayet normaldi. Fakat şimdi aynı evde aşağı yukarı aynı sebepten dolayı böyle olmamıza rağmen sessizliğimiz ürkütücüydü.
Bir de, normal bir zaman olsa ölümüne kavga edecek olan iki grup -BAP ve BTS- şu an aynı evde aynı konuya kafa yoruyorlardı. Anlamadığım bir diğer şey de buydu zaten, BAP neden bu kadar ilgiliydi ve BTS neden bunu normal karşılıyordu?
"Geç oldu, evine gitmelisin Seo Rin." Düşüncelerimi bölen yumuşak ses Jimin'e aitti. Bugün benimle fazlaca ilgilenmişti, ona teşekkür borçluydum. "Bugün yaşananlar için yeniden özür dileriz... Bunu haketmiyordun."
"Sorun değil," demiştim ki, ellerinin arasına gömüp saçlarını çekiştirdiği başını kaldıran Tae Hyung, "Sorun," diyerek araya girdi. "Bu seninle hiç bir ilgisi olmayan bir mesele ama... Sen de zarar gördün. Bu sorun."
Cevap vermedim, bunu kaldıramazdı. Onu biraz tanıyan bir insan, onun şu an sadece kendi bildiğini okuyacağını, kafasında tek bir problem olduğu için onunla meşgul olduğunu bilirdi.
Jungkook.
Her nereye götürüldüyse hala bir haber alamamıştık. Abisi, şu Woo Jun denen adamla yaptığı telefon konuşmasından beri her dakika bizi aramış, Jungkook'tan bir haber alıp almadığımızı sormuştu. Onun için çok zor olmalıydı. Düşünsenize, adamın teki gelip kardeşinize zarar veriyor, onun acı dolu çığlıklarını size dinletiyor... Bu kaldırması zor bir yüktü ki nitekim Jung Hyun da dayanamayıp hemen Kore'ye bir uçak bileti ayarlamıştı.
5 dakika önce Jin'le telefonda konuşmuş ve uçaktan indiğini, trafiğin durumuna göre bir süre sonra burada olacağını söylemişti.
Saat gece yarısını geçiyordu, babamın bugün de nöbeti olduğundan rahattım ama elbette ki geceyi burada geçiremezdim. Yanımda oturan ve derin düşüncelere dalmış gibi duran Young Jae'nin kulağına eğilip, "Size milyonlarca sorum var," diye fısıldadım. "Bunu sonra konuşacağız."
Başını hafifçe sallayarak kabul etti. Artık vaktim gelmişti, burada zaten yerim yoktu, gitmeliydim. Başından beri kendime sorduğum soru yeniden zihin duvarlarıma çarpınca kendimi toparlamak için bir kaç saniyeliğine gözlerimi yumdum.