64

5.9K 466 94
                                    

Güneş ışıkları gözlerimi acıtırken yaptığım tek şey sol elimi havaya kaldırıp gökyüzüne siper etmek olmuştu.

Ayağımın ucundaki gazoz kapağına bilmem kaçıncı tekmeyi atıp onu benden bir kaç adım ileriye daha öteledikten sonra, belki şu an o kapağın bile keyfinin benimkinden daha yerinde olabileceği gerçeğiyle başa çıkmaya çalışıyordum.

İlk defa okula gelmek gerçek bir zulümle eş değerde hissettiriyordu. Henüz bugüne başlayamamış gibi, dün gecede takılı kalmıştım. İlerleyemiyordum.

Dün gece ne olduğunu biliyordum.

Markete gittiğimde onun bir arabadan inip koşarak markete girdiğini, bir süre beni telefonda konuşurken öylece izlediğini, anahtarlarımı düşürdüğümde anahtarlığımı hızlıca çıkartıp cebine koyduğunu, hepsini biliyordum.

Ona nereye gidiyorsun diye sormuştum. Yemin ederim, sormuştum. Bir kez bana karşı dürüst olmasını, çok uzaklara dese bile bunu kabul edeceğimi göstermek istemiştim.

Çaresizdim.

Biliyordum, gitmişti. O gece, sürekli geç kalındığının hatırlatıldığı yer havalimanıydı. Biliyordum, gitmek istemiyordu.

Çaresizdi.

Onu anlıyordum ama bunu söyleyememiştim bile. Bana, "Hoşçakal," dediğinde öylece arkasını dönüp gitmesine izin vermiş, farkında olmadan içeceğinin kutusuyla yaraladığı ellerini tutamamıştım.

Gitmişti.

"Gitme, Jungkook," demek zor değildi, gerçekten değildi. "Bu sefer gitme," diyebilmeliydim.

Fakat ben sessiz kalmıştım, öylece uzaklaşmasını beklemiş, ardından eve gitmiştim.

Odama geçer geçmez rehberimden Jung Hyun'un numarasını bulmuş ve tereddüt etmeme mahal bırakmadan onu aramıştım.

Merhaba dememiştim bu sefer, zaten o da çok sessizdi. "Gitti mi?" olmuştu ilk sorum. "Bir tek sen biliyorsundur, gerçekten gitti mi?"

Profosyonelce sorumu geçiştirmeye başladığını farkettiğimde, göz yaşlarımın sıcaklığını çenemde hissedebiliyordum. Jungkook'un o çok iyi konuşma ve ikna yeteneklerinin genetik olduğu belliydi. Ne var ki, ben şu an Jungkook'a benzeyen birilerini değil, Jungkook'u istiyordum.

"Nereden haberin oldu?" diye sormuştu bana. Gideceğini biliyordum, diyemezdim. Onu senden daha iyi tanıyorum Jeon Jung Hyun, diyemezdim.

O çocuğu mahvettin, diyemezdim.

"Onu gördüm," diye yanıtladım ben de tüm bunların yerine. "Çok uzaklar, hiç bir yer değildir, değil mi? Yalan söyledi, değil mi?"

Anlamamıştı.

Yanıma gelmeyi, tüm bunları sakin kafayla konuşmayı teklif etti ama ben o sırada hıçkırmamak için ağzımı ellerimle kapatıyordum.

Jungkook'un kendini toparlaması için zamana ihtiyacı olduğuyla ilgili bir şeyler anlatmaya devam edince telefonu kulaklarımdan uzaklaştırıp sakin kalmak için çabalamıştım.

Bağırmak istiyordum. Onun bu kadar acıyı, yalnızlığı kaldıramayacağını göremiyor muydu? Onun arkadaşlarına ihtiyacı olduğunun farkında değil miydi? Nasıl gitmesine izin verebilirdi?

Sen verdin ama, diyordu bu sefer de içimdeki ses. Sen onun gitmesine izin verdin. O sana, "Seni bırakıp gitmeme izin verme," demişti. Onu bıraktın.

bangtan || jeon jung kookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin