39

5.1K 492 40
                                    

Hyun Bi'yle olan telefon görüşmemi sonlandırdığımda, derin bir nefes alıp düşüncelerimi toparlamak için kendime zaman tanıdım.

Hyun Bi, iki gündür okula gelmiyor, aramalarıma cevap vermiyordu. Dün evine gidip boş olduğunu gördükten sonra da ona milyon tane mesaj atmıştım, neyse ki bugün bana geri dönebilmişti.

Busan'da yaşayan büyükannesi vefat ettiğinden, alelacele gecenin bir yarısı yolculuğa çıkmışlar. Buraya kadar tamamdı, ama Hyun Bi o panik ve üzüntüyle telefonunun sarj aletini almayı akıl edememiş olacak ki, yeni bir sarj aleti aldığından, beni anca şimdi arayabildiğinden falan bahsetmişti.

Ah... Ne oluyordu? Ben onun en yakın arkadaşı değil miydim? Neden son zamanlarda böyleydik?

Sol tarafımdan esen rüzgar tenimi gıdıklarken burukça gülümsedim, baharı özlemiştim.

Şimdi öğle arasıydı. Önceki teneffüs Dae Hyun ve Zelo sağolsun, ağzıma sayısız browni sıkıştırdıklarından, şu an değil herhangi bir yemek, tabak görsem bile kusabilirdim.

Spor sahasına bakan tribünlere oturmuş, öylece boş boş basketbol oynayan bir kaç birinci sınıfı izliyor, ayaklarımı aşağı sallandırıyordum. Şu bir kaç ay içerisinde ne çok şey değişmişti öyle.

"Hey."

Yan tarafımdan gelen sese döndüm. Tam tahmin ettiğiniz gibi, Jungkook. Şu an problemlerimin nedensizce başını çeken insanlardan biriydi.

Yanımdaki boş yere oturmuş, elleri cebinde tam karşıya bakıyordu. Cevap vermedim. O rezalet nöbetçilik günümden beri ilk defa benimle konuşuyordu.

"Senin yerine oturduğum için bu kadar mı kızgınsın?" diye sordu birden.

Ona dönüp ayağımın altındaki basketbol toplarından bir tane fırlatmamak için zor tuttum kendimi, asıl mesele bu değildi ki!

"Orada istediğin kadar oturabilirsin," diye yanıtladım. Ardından sonra pişman olacağımı bile bile, "Umrumda değil," diye de eklemiştim.
Bir süre sessiz kaldı ama bunu kendi kendine bozması pek zaman almamıştı. "Sanırım... Hata yaptım, üzgünüm."

Ani değişimine kafa yormadan direk karşılık verdim. "Tam olarak hangi konuda hata yaptığını düşünüyorsun?"

"Sana... Haketmediğin şekilde davrandın."

Bunun farkına varabilmiş olması güzeldi tabi ama dile getirmemiştim. O yüzden günlerdir içimi kemiren o soruyu sordum. "Neden?"

Bana döndü ve uzun zaman sonra direk gözlerimin içine baktı. Kahverengi saçları onu Amerika'da son gördüğüm zamankinden beri daha uzun ve şekilliydi. Yüzüne yerleşmiş o uykusuzluk hali gitmişti ama hala gözlerinden okuyabildiğim bir yorgunluk vardı.

"Çünkü..." diye giriş yapıp diliyle dudaklarını ıslattı. "Bir daha görüşmek istemediğim birisiyle bundan sonra aynı ortamda olacağımı farkettim ve ne yapmam gerektiği konusunda hiç bir fikrim yoktu."

Bir şey söyleyebilmek için kendime zaman tanıdım, sesim çatlamak üzereydi. "Benden o kadar mı nefret ediyorsun?"

"Seo Rin..."

"Evet, bir daha görüşmeyelim demiş olabiliriz, ama beni gördüğünde böyle mi davranman gerekiyordu?" Sesimi kontrol altında tutmak cidden zordu. "Beraber geçirdiğimiz o bir kaç günün hatrına... Bana bir merhaba falan da diyemez miydin? Normal insanlar öyle yapardı çünkü."

"Sana söyledim, biz sadece Amerika'da iki günlük bir mola vermiştik." Benim aksime, oldukça sakin görünüyordu. "Sana anlatmam gerekenden çok daha fazla şey anlattım, görmen gerekenden çok daha fazla şey gördün-"

Kahretsin. "Bu mu yani?" diyerek sözünü kestim. "Bu yüzden mi bir daha görüşmeyelim demiştin? Seni başkalarına anlatabileceğimi mi düşündün?"

"Seni tanımıyordum."

Bu soğuk cümlenin etkisiyle, daha fazla uğraşmamın bir anlamı olmayacağını kavrayarak ayağa kalktım. "Bana güvenebileceğini söylemiştim."

"Öyle değil..."

"Her neyse, hiç bir önemi yok." Arkaya doğru bir adım attığımda çenesinin kasıldığını farketmiştim ama bir an bile tereddüt etmedim; bu yaptığı acımasızlıktı. "Artık istediğin gibi olsun. Seni daha önce hiç görmemiş gibi davranacağım."

"Seo Rin-"

"Ve bundan sonra da seni görmeyeceğim, istediğin gibi davran. Ah bir de... Rahatsızlık verdiğim ve güvende hissettiremediğim için de üzgünüm."

Tekrar adımı söyledi ama umursamadan arkamı dönüp tribünlerin çıkışına doğru ilerledim. Arkamdan, "Bekle!" diye bağırıyordu ama onu dikkate bile almadım.

Bir süre sonra peşimi bırakacaktı zaten. Belki bir kez daha hatasını telafi etmek için özür dilemeye çalışır ama batırırdı.

İçimde bir yerler paramparça olurken, gitmek istediğim yeri düşündüm.

Hyun Bi yoktu, B.A.P belki moralimin alt üst olduğunu farketmezdi bile. Hoş farketmemeleri işime gelirdi ama yanımda hunharca kahkaha atmaları da sinirimi bozardı.

Tae Hyung, beni direk anlardı, ayrıca ara sıra bayağı bir insan olsa da, beni soru bombardımanına tutmayacak kadar anlayışlı olurdu ama Jungkook'la diğerlerdinden fazlaca yakındı.

Belki Jin, Jimin? O ikisi cidden bana bir şeyleri unutturabilirdi fakat...  Bangtan'dı işte. Jungkook'tan bağımsız değildi kimse artık.

Ne yapacağım konusunda hiç bir fikir edinemeden sınıfa doğru ilerledim. En iyisi sırama gömülüp uyumaktı sanırım.

Gittikçe yalnız kalıyor olduğumun farkına vararak gözlerimi kapattım.

Jungkook, ne yapıyorsun böyle?

~

bangtan || jeon jung kookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin