"Hepsi... Bu."
Jungkook, sol ayağıyla tuttuğu ritmi hızlandırırken, üzerinde gezinen gergin bakışları hissedebiliyordu.
Anlatmamayı planlayıp anlatmak zorunda kaldığı çok şey vardı, hepsi Tae Hyung yüzündendi.
"Yani bunca zaman... Abin..."
Jungkook, Jin'e karşılık olarak başını salladı. "Doğru. Bunca zaman tehdit ediliyormuş."
"Onunla konuşmalısın, Jungkook." Bu seferki Hoseok'tu. "Belki bir şans daha verirsen-"
"Bunu denedim. Artık hiç bir işe yarayacağını düşünmüyorum."
"Yah! Kendi kendine düşünüp kararlar almaktan vazgeç artık." Tae Hyung, kucağındaki yastığı Jungkook'a fırlattıktan sonra ayağa kalkıp sesini yerine getirmek için bir kaç kez öksürdü.
"Sen, Min Yoon Gi..." Muhattabını parmağıyla gösteriyordu ki, kendisine korkunç bir şekilde baktığını farkedince cümleye yeniden başladı. "Yani Suga Hyung demek istemiştim... Hye Shin Noona'yla barışacaksın."
"Hah, neden ben barışıyormuşum?" Suga'nın aniden yükselen sesi üzerine Jungkook kıkırdadı. O ikisinin kavgalarını bile özlemişti.
"Çünkü Hye Shin Noona'nın en favori dongsaengi böyle istiyor! Onu arayıp buraya çağırman için sana 15 dakika veriyorum."
Tae Hyung, dediklerine karşılık almayı beklemeyip masanın üzerinde duran Jin'in telefonuna uzandı. Senelerdir aynı olan, görüldüğü gibi de hiç bir manası olmayan şifreyi girip ekran kilidini kaydırdıktan sonra, son aramalardaki numaraya tekrar ulaşmak için yeşil telefon imgesine dokunmuştu.
"Ve sana gelince Jungkook... Birazdan yapacağım şey için üzgünüm." Kimse neler olduğunu kavrayamadan araması cevaplanan Tae Hyung, telefonu kulağına götürdü. "Jeon Jung Hyun?"
*
"Bırak dedim!" Jungkook, kendisini tutan kolu ittirdiğinde, kafayı yemek üzereydi. "Bunu neden yaptın? Onunla konuşmamızı duymadın mı? Onu artık hayatımın hiç bir evresinde istemiyorum dedim!"
"Jungkook, sakin ol. Oturur musun? Abin birazdan buraya gelir." Araya giren Jimin, Tae Hyung'u da sakin kalması için uyarırken, genç oğlanı çaktırmadan kapıdan uzaklaştırdı. Şu an Bangtan'ın geri kalanı onu evde tutmak için büyük bir mücadele veriyordu.
"O GELECEĞİ İÇİN GİDECEĞİM ZAT-" Jungkook'un sözlerini yarıda kesen şey, nereden ağzına tıkıştırıldığını anlayamadığı yiyecek olmuştu. Öyle ki, bunun bir browni parçası olduğunu kavraması bile zaman almıştı.
Jin Jungkook'u kolundan tutarak, bir kaç dakika öncesine kadar sakince oturduğu tekli koltuğa sürüklerken, söylenmeye ve genç oğlanın konuşma fırsatını elinden almaya devam ediyordu. "Nasıl göründüğünün farkında mısın? Evden çıkarsan bir kaç adım sonra düşüp bayılırsın sen! İlk önce bir şeyler ye. Sonra belki gitmene izin veririm."
Makinalı tüfek gibi hiç susmayan Jin, artık Jungkook tarafından dinlenmiyor olsa bile görevini yerine getirmiş, son ana kadar onu evde tutmayı başarmıştı.
Bir kaç dakika sonra, neredeyse artık Jungkook'u zaptedemeyecekleri sırada, zil çalmıştı.
"Bir yere gidersen seni öldürürüm," diyerek kapıya doğru harekete geçen Tae Hyung, kolu aşağı indirir indirmez içeriye koyu renk takım elbiseli, uzun boylu biri girdi. Ah, bu Jeon Jung Hyun'dan başkası değildi.
"Telefonda konuştuğum kişi sen miydin?"
Tae, kendine yöneltilen soruya başını sallayarak cevap verdi. Jungkook daha önceleri abisiyle her kavga edişinde, Tae Hyung da içten içe Jung Hyun'a nefret beslediği için şu an onu pek sıcak karşılayamıyordu.
