"Hayatımda asla bırakmadığım tek kişi ünvanına sahip..." diyerek geriye doğru esnediğinde yüzünde pek anlam veremediğim bir ifade vardı. "Ailemi bıraktım, Bangtan'ı bıraktım... Fakat Go Nam'la bir şekilde bağlantılı kaldım."
Ne güzel, aferin sana Jungkook. Bağlantılı kalacak bir tek o kızı buldun yani.
"Neden şu ana kadar hiç yanında görmedim?" diye sordum. 20 dakikadır yürüyorduk, yaklaşık 10 dakika önce yaklaştığımızı söylemişti ama hala civarda Tae Hyung veya Jungkook'un anlattığı kadar güzel, dikkat çekici bir kız göremiyordum. Hayır, tüm yol boyunca Jungkook'a bakan insanları teker teker taradığımdan değil.
"Çünkü genelde ben ona giderim."
Harika. Platonik aşık falan olamazdı, değil mi?
Hayır.
Başımı iki yanıma sallayarak üstüme yapışan bu tuhaf duygudan arınmaya çalıştım ama pek işe yaramıyordu. "Daha ne kadar yolumuz var?"
Ben sorumu bitirir bitirmez, bir apartmanın önünde durdu ve, "Geldik," diye yanıtladı. Sonrasında hala ne ara aldığını kavrayamadığım telefonunu çıkartıp bir numara tuşladı. Dürüst olmak gerekirse, o telefona sadece binaları kaplayan kocaman reklam afişlerinden bakabilirdim.
"Hey," diye konuştu bir süre sonra araması kabul edilince. Ne diye sırıtıyordu? "Biz geldik, Go Nam. Aşağı gel."
Kollarımı göğsümde buluşturup ağırlığımı tek ayağım üzerine verdim ve ters yöne bakıp, "Bu kadar yolu onu evinden almak için geldiğimize inanamıyorum..." diye dişlerimin arasından fısıldadım. "Dışarda bir yerde buluşamıyorduk yani, öyle mi?"
"Ne?" Telefonu kapattığını yeni farkettiğim Jungkook'a aldırmadan omuz silktim. "Hiç."
Biraz daha bekledik. Öylece ayakta bekledik ama gelen giden yoktu. Tam kollarımı çözmüş, hesap sormaya hazırlanırken Jungkook, "Geldi," dedi ve camlı kapı aralandı.
Başlarda bir şey görememiştim ama tek yapmam gereken... Bakışlarımı aşağı indirmekti.
"Jungkook Oppa!" Minik kız, eğilmiş bir şekilde hazır bekleyen Jungkook'un kucağına atladığında hala arkadan gelecek birini bekliyordum.
"Han Go Nam," diyerek kızın yanaklarını sıkan Jungkook üzerine daha fazla aranmadım. Tae'yle öve öve bitiremedikleri kız en fazla 5 yaşında bir çocuktu. Tanrım. "Neden bu kadar geç kaldın?"
"Annemin rujundan sürüyordum! Bak, güzel olmuş mu?"
"Yah!" Jungkook, Go Nam'ı kucağında bir kez zıplatıp sağ baş parmağıyla kızın dudaklarını bir defada sildi. "Bunları nereden öğreniyorsun?"
"Oppa!" Go Nam, dudaklarındaki pembe rengin silinmesi üzerine çırpınınca nihayet benim de orada bulunduğum ve tam olarak sokağın ortasında dikildiğimiz farkedilmiş olacaktı ki, Jungkook kuzenini yere bıraktı. Aklımdaki soru işaretleri, kendi kendime kurduğum tüm dehşet senaryolar yavaş yavaş kaybolurken, gülümsedim ama diz hizamdan yalnızca bir kaç santim daha uzun olan kız pek memnun durmuyordu.
"Oppa, bu kız kim?" Aynı Jungkook'unkilere benzeyen gözlerini bana yöneltip uzun ve gür saçlarını geriye savurdu. "Kız arkadaşın mı?"
Jungkook bir şey demeden onun elinden tuttu ve yürümeye başladı. Onun cevap vermemesi üzerine ben bu sorumluluğu üstüme alacaktım ki, düşünüyornuş gibi bir ses çıkardığında bekledim.
"Hmmm," diyerek masmavi gökyüzüne çevirdi bakışlarını. "Bilmiyorum. Ona defalarca kız arkadaşım olmasını istediğimi ima ettim ama sanırım anlamıyor."
