Hala soluyor gibi hissettiğim keskin koku gözlerimi yaşartmaya devam ederken uyandım. Bulanık zihnimin puslu camlarında izi kalmış tek soru, "Neden?" olmuştu.
Canım yanmıyordu ama enerjim damarlarımdan şırıngayla çekilmiş gibi hissediyordum. Yüzünü göremediğim adamlar beni zorla bir arabaya bindirdiklerinde, Jung Hyun'la olan konuşmamın netliğe kavuşması kolaylaşmıştı. Hala cevaplayamadığım sorular olsa da, en azından birileri daha Jungkook'un bana karşı hissettiklerinden haberdardı, bunu biliyordum.
Jungkook.
Bu halde olmamın başlıca sebebi oydu; belki de şu an hayatım tehlikedeydi, kestiremiyordum ama tek düşündüğüm Jungkook'tu. Bana bile bu işin ucu dokunduysa, ona zarar vermemişlerdir, değil mi?
Bunları düşünürken nasıl bir vaziyetteydim, umrumda bile değildi. Tahta bir sandalyeye el ve ayak bileklerimden sıkıca bağlanmış, akşam güneşi alan geniş ve bir masa ve bir sandalye haricinde tamamen boş olan odanın ortasına konuluvermiştim. Buraya bağlanırken yavaş yavaş uyanıyor olduğumdan siyah takım elbiseli iki iri adamla küçük bir kavga sonucu saçlarım dağılmış, önüme düşmüştü. Bir baş hareketiyle önüme düşen saçlarımı geriye attım ama ellerimi kullanamadığım için yeniden eski yerlerine dönmüşlerdi.
Şu an saçlarımı sadece geçen seferki gibi Jungkook toplasın istiyordum.
"Yang Seo Rin." Kapının açılmasıyla içeri giren Woo Jun, peşindeki adamları bir el hareketiyle geri gönderip kapıyı arkasından kapattı. Odada sadece ikimiz kalmıştık. "Seninle pek iyi bir şekilde tanışmamıştık."
Evet, okula zorla girip Jungkook'a da bana yaptıklarının aynısının bin kat daha acı verici olanını yaşattıkları sırada gerçekleşen tanışmamız ne yazık ki yüzümde güller açtırtmamıştı. "Bunun için mi buradayım yani?"
Güldü. Yanaklarında gamzeleri vardı ve bu kadar pisliğin onun başının altından çıktığına inanamayacağınız kadar hoş ve genç bir görüntüye sahipti. "Sen neden burada olduğunu tahmin edersin diye düşünmüştüm aslında," diye yanıtladı beni. Odadaki diğer sandalyeyi çekip karşıma oturduğunda çok yakın olmayı seçtiğinden, dizleri dizlerime değiyordu ama kıpırdayamıyordum bile. "Buraya gelirken hırpalandığın için üzgünüm. Seni böyle ağırlamak istemezdim."
"O zaman ellerimi çöz," diyerek derin bir nefes verdim. "Bak, senin bu çocuksu oyunlarında nasıl bir yer kaplıyorum bilmiyorum ama arama yapmam gerek-"
"Yapalım o halde." Birden sözümü kesip ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardı. "Kimi arayalım istersin?"
Bunu beklemediğim için bir an boşlukta hissetsem de, ne yapmak üzere olduğunu farkedip başımı iki yanıma salladım. Şu an birini aramak her şeyi daha karmaşık hale getirebilirdi. "Vazgeçtim, arama."
"Neden?"
"Çünkü öyle istiyorum." Sakince konuşmaya çalışsam da sesimi kontrol etmek çok zor oluyordu. "Beni güzel ağırlamak istediğini söylemiştin, değil mi? Ellerimi çözer misin?"
Nasıl onunla bu kadar rahat ve gayri resmi konuşabiliyordum, olayın hala atlatamadığım şokuyla pek emin değildim ama ellerim bir kez çözülse kendimi buradan kurtarmak için bir yol bulabilirdim.
"Neden çözeyim?" diye sordu bana telefonunun tuş kilidini açarken. "Seni burada ağırlamak istiyorum. Ellerini çözersem muhtemelen kaçarsın."
"Kaçmayacağım." Yalan.
"Ben karar verdim. Jeon Jungkook'u arayalım," diyerek dediklerimi gram önemsemediğini gösterdiğinde, kibarlığının altında yatan manyaklığı algılayabilmiştim. "Gerçi ben onunla senin benim yanımda güvende olduğunu söylemek için konuşmuştum ama sen ne dersin? Sevgilini özledin mi?"
