"Kook! Hala hazır değil misin? Geç kalacağız!"
Jungkook, aynadaki görüntüsünü son kez kontrol etti. Kadife bordo okul ceketi, farkedilmeyecek kadar küçük kareli kıravatıyla uyum içersindeydi ama bu onun tarzı değildi, yüzünde hafif bir gülümsemeyle kıravatı gevşetip bedenini ele geçiren resmiyet halinden arındı.
Abisinin gitmesinden bu yana dört, Kore'yi muhtemelen bir daha geri dönmemek üzere terkedişinin üzerinden de iki buçuk gün geçmişti.
Jung Hyun, gitmeden önce Jungkook'un okula kaydını yaptırmış, Jungkook reddetse bile ona hayli yüklü bir miktar para bırakmıştı. Gitmeden önce dediklerini yerine getirip o baş belası şirketin icabına bakıyor olmalıydı ki şimdiye kadar kimse onu ve arkadaşlarını rahatsız etmemişti.
Ah, bir şey dışında. Haftasonu, teyzesinin evinden eşyalarını almaya gittiği zaman siyah bir mercedes onu yol boyunca takip etmiş, Jungkook'un iyice endişelendiği ve çocuklardan birini aramaya karar verdiği sıradaysa içerideki adamlardan biri filmli camı indirip genç oğlanı uzun uzun süzmüştü. Sonra da hiç bir şey olmamış gibi araba yolun ters istikametine doğru gitmişti. Bu zararsız ve amaçsız eylem tek başına dışarı çıktığı her seferinde gerçekleşiyordu.
Kafasında soru işaretleri kalsa da umursamamaya çalışmış, sadece normal bir insan gibi hayatına devam etmek için uğraş vermişti.
Şimdi Bangtan'la daha iyilerdi. Bangtan'ın senenin başında transfer olduğu okula yazılmıştı. Şimdilik bu evde kalıyordu, eşyalarını odasına yerleştirmişti.
Hayatının eskisi gibi olması için elinden geleni yapıyordu ama hissettiği o eksiklik duygusu yakasını bir türlü bırakmıyordu.
"Hazırım," diyerek içeriye gittiğinde diğerleri gülümsedi. Tae Hyung, sözde Jungkook için aldığı ama Jimin'le çoktan yarıladığı kraker kutusunu genç oğlana uzatırken, onun saçlarını elliyle dağıttı.
"Yah Maknae! Tüm gece hiç uyumadın mı?"
Aslında uyumuştu. 1 saat 25 dakika kadar. "Uyudum." Son olarak Tae Hyung'un darmadağın etmeye devam ettiği saçlarını kurtarmaya çalışarak gülümsedi. "Ee, nerede bu okul?"
***
"Hyung, yüzümde bir şey mi var?" Jungkook, en net cevabı vereceğini umarak Suga'ya döndüğünde, somurtmamak için elinden geleni yapıyordu. İlgi odağı olmaktan nefret ederdi. "Neden diğer masadakiler bana bakıyor?"
Suga bakışlarını kaçırdı. "Yüzünde bir şey yok, Maknae."
Ne diyebilirdi ki? 5 gündür okula gelmiyorlardı ve en son buralarda göründüklerinde Tae Hyung'un yersiz öfkesi yüzünden kavga edip durmuşlardı. İnsanlar haklı olarak Bangtan'ın yavaş yavaş dağılıyor olduğunu düşünmeye başlamışlardı; sabah okula geldiklerinden beri de onlarca kişi -çoğu eski okuldan tanıyıp iyi geçindikleri dürüst insanlardı- Bangtan'ı tekrar böyle neşeli görmeyi beklemediğini belirtmişti zaten. Bir de şimdi Jungkook'la dönünce kimse hala o şoku atlatamamıştı.
"B.A.P bugün gelmemiş," diyerek esneyen Jimin, kolunu sandalyesinin arkasına doğru attı. "Yazık oldu, o serserilerin surat ifadesini görmek isterdim."
"Devam edeceğimizi duyduklarında korkacaklardır."
"Yah, cidden bana anlatmadığınız bir şeyler var!" Jungkook, yine isyan ederken başını iki yanına salladı. Tamam, kavga etmiş olabilirlerdi ama dağılma noktasına kadar gelmişler miydi cidden, bunu hala kabullenemiyordu. "Neden-"
"Hey, Jungkook!" Hye Shin, şakıyarak gelip Jungkook'un yanına sandalye çektiğinde Suga inanamaz bakışlarla onu inceliyordu.
"Yah, neden ilk önce bana merhaba demiyorsun?" Suga, Hye Shin'le çoktan barışmıştı aslında ama şimdi acı çektirme sırası genç kızdaydı. İntikam denen bir şey vardı ve Suga üzerinde deneyince cidden komik oluyordu.