BP- 75

2K 78 7
                                    


Sessiz, yıkımlarla dolu, etrafa saçılmış umut kırıntıları, yok olmuş hayaller ve parçalanmış bir kalp. Pencereden gökyüzüne baktığımda ilk defa ağlama isteği yoktu içimde sanırım kabulleniyordum. Yokluğuna alışmaya çalışmalıydım. Daha gitmemişti, yarında gitmezdi ama sonsuza kadar yanımda olmazdı. Hani o günler vardı ya, belki o da beni seviyordur diye düşündüğüm günler, düşüncesinin bile heyecanlandırdığı günler. Onları çok özlüyorum. O günler hep bir umut beklerdim. Hiçbir şey olmayacağını bile bile deli gibi beklerdim. Yalan yok adam, güzel günlerdi.

En azından mutluydum. Gülüyordum, dans ediyordum, uyuyabiliyordum. Şimdi birçok şeyimi de kaybetmiştim. Etraf ıssızdı. Odada Ömer'in nefes alışverişi vardı. Zor uyumuştu ama uyutmayı başarmıştım. Dakikalardır soluk alış verişini dinliyordum çünkü soluk alışverişini bile seviyordum. Saçlarında ellerimi dolaştırmıştım. Kucağımda uyurken o kadar masumdu ki, bana bağıran, beni ittiren o değildi sanki. O dudakları başka birisini öpmemiş gibiydi.

Uykum hiç yoktu. Kabullenişimi kutlamak için bugün Ömer'i izleyecektim.

Bu zor olmuştu ama ona da bunu yapamazdım. Zaten omuzlarında yeterince bir yük vardı, birde benim yüklerimi taşımamalıydı. Ama ne olursa bundan sonra hayatıma kimse girmeyecekti. Kimseyi almayacaktım. Kimse Ömer gibi hissettirmezdi. Kimse Ömer gibi bakmazdı. Kimse Ömer gibi dokunmazdı.

Onu ömrün sonuna kadar sevecektim.

Bir saniye bile aklımdan çıkmayacaktı. Silinmeyecekti.

Sakinliğim beni şaşırtıyordu. Böyle bir karar verdiğim için ağlamam gerekmiyor muydu? Kendimi vazgeçirmem, düşüncelerimi silmem gerekmiyor muydu?

İlk defa bu kadar sakin düşünüyordum.

Benden gidişini izlemek canımı yakıyordu ama bunu onun iyiliği için durdurmayacaktım. Gitmesine izin vermeliydim. Zarar görmemesi için yapmalıydım bunu.

Sanırım sırf bu yüzden bu kadar sakindim, ondan onun için vazgeçiyordum.

Pencereden ayrılarak yatağa doğru ilerledim ve yanına kıvrılarak kokusunu doyasıya içime çektim. Başımı göğsüne dayayarak en güzel senfoniyi dinledim. Ellerini sımsıkı tuttum. Bir daha kimsenin elleri değmeyecekti ellerime. Bir daha kimse beni öpmeyecekti. Bir daha kimse dokunmayacaktı bana. Buna izin vermezdim.

Veda ediyormuşum gibi hissetmem garipti, daha gitmesine vardı ama ben şimdiden veda ediyordum ona. Bugünlerin kıymetini bilmem gerekiyordu. Her bir saniyenin değeri vardı. Elimi yavaşça yanağına koydum ve okşadım. Sonra eğilip minik öpücükler bıraktım yanaklarına.

Sarılmaya doyamadım, koklamaya doyamadım, bakmaya doyamadım. Kalbime bir hançer saplandığında dayanmam gerektiğini kendime hatırlattım. Dayanmalıydım. Yenilmeyecektim. Bunu onun için yapıyordum.

Göğüs kafesim sıkıştığında nefes alamadığımı hissettim. Neden; bu kelimenin şekil aldığı binlerce soru vardı kafamda. Neden sevmemişti, neden istememişti, neden gitmek zorundaydı, neden vedalar vardı, neden bu haldeydim, neden nefes alamıyordum?

İçinde bulunduğum boşluğu bir türlü dolduramıyordum. Bundan sonraki boşluklarımı kim doldurabilecekti ki? Bu halde olmaktan nefret ediyordum.

Ömer'den nefret ediyordum.

Bu kadar mükemmel ve kusursuz olmasından nefret ediyordum.

Sabaha karşı gözlerini açtığında güneş doğmak üzereydi, en sevdiğim saatlerin birinde onun bu halini görmek beni daha çok bitirmişti. Uykulu bir şekilde bana baktı. "Sen uyumadın mı?"

"Uyumadım," şefkatle Ömer'e bakıyordu, telefonuna uzanarak saate baktığında gözleri büyüdü.

"Sen delirdin mi bu saate kadar ne yaptın?" dediğinde gülümsedim. Ne mi yapmıştım eşsiz yüzünü izlemiştim, nefesini dinlemiştim, kalp atışlarını hissetmiştim.

"Hiçbir şey yapmadım."

"Gel buraya," diyerek beni kendine çekerek sarıldı ve yattı. Gözlerini tekrar kapattığında ağlamamak için durdum. Bende ona sarılarak sadece anın tadını çıkarmaya çalıştım. Gözlerimi kapatsam da uyuyamıyordum. Gözlerimin önünde bir sürü anı canlanıyordu. Babamın ölümü, küçüklüğüm, ceza verilen oda, babamın beni dövüşü, Ömer'in gelişi, bana sarılışı, teselli vermesi, öpmesi... Gözlerimi hızla geri açtım. Bunları hatırlarken asla uyuyamazdım. Artık anılarımın yanına bir yenisi eklenmek üzereydi. Benden gidişi.

Yok oluyoruz bebeğim.

Saman alevi gibiydik. Ateşli ve çabuk oldu. Hemen bitti.

Sönüyoruz artık.

Küllerimiz her bir rüzgar darbesiyle etrafa savruluyor.

Görüyorsun değil mi?

Ne kadar acı çektiğimi, ne kadar tükendiğimi, sana ne kadar bağlı olduğumu, senin için senden vazgeçtiğimi görüyorsun değil mi?

Ömer hiç olmadığım kadar kötüyüm. Hiç olmadığım kadar zavallı hissediyorum kendimi, bunlar beni bitiriyor.

Senden istediğim tek bir şey vardı. Senden sadece beni bırakmamanı istemiştim. Bana verdiğin onca söze rağmen bırakacağını ikimizde biliyoruz. O kum saati ters döndürüldü ve zaman bizim için işlemeye başladı. Çok değil yakın bir süre sonra alevlerimiz sönecek ve geriye sadece küllerimiz kalacak. Seni sevmek, onca kötülüğün arasından aydınlığa çıkmak gibiydi. Tam vazgeçeceğim zaman gelmiştin. Tam da umutlarımın tükendiği, ölmek istediğim zamanda karşıma çıkmıştın. Mucizelere inanmam ama bana mucizenin en büyüğünü yaşattın, bana kendini açtın, bana bu eşsiz zamanları yaşattın.

Teşekkür ederim bebeğim.

Ömer'e doğru eğilerek dudaklarına masum bir öpücük bıraktım.

Veda etmiyordum. Veda etmekten nefret ederdim.

Tünelin ucu göründü ve bize ayrılan iki yok var. O diğer yolu tercih ederek gidecek. Diğer herkes gibi.

Sonra gözlerimi kapatarak uyuyamayacağımı bilsem de uyumaya çalıştım.


Sonra yok oldum. Sonra yıkıldım. Sonra öldüm.

Buz ParçalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin