BP- 28

4K 174 21
                                    

Y/N: Bu bölüm bilmiyorum ama sanki bir yakarış gibi geldi bana, kendi yazdığım yazıları normalde yeterli bulmam ama böyle yazmayı seviyorum. İçimde patlayan ve susmayacak olan bir isyanın pimini çekmişim gibi hissediyorum.
İyi okumalar!
Multimedia: Yeni yapılan kapak var. glbayramON yardımları oldu.
Playist: Julia Stone- I'm not Yours

Bir hafta.

Aradan tam bir hafta geçmişti ama gelen giden yoktu. Kutay belli etmesede sevindiği belliydi. Beraber daha fazla vakit geçirmeye başlamıştık. Her gün beraber yemek yiyor, bahçeye sırf o istedi diye çıkıyor ve bazen beraber uyuyorduk.

Buraya zincirlenmiş gibi hissediyordum, Şenay'ı umursamıyorum ama babamın bir şey yapmaması gerçekten üzüyordu. Ses çıkarmaması, iletişime girmemesi, bazı şeylere göz yumması canımı yakıyordu. Artık bu tak etmişti.

Yetim kalmıştım, yalnızdım, bomboştum. Yelkenleri suya idirmemiştim ben baştan alabora olmuştum. Baştan kaybetmiş, baştan yok olmuştum. Sevilmemek, insanların çoktan senden vazgeçmesi beni yaralıyordu. Bithap düşmüştüm ve artık savaşacak gücüm yoktu. Gücün son demlerini hissediyordum.

Yapabildiğim tek şey olup biteni izlemekti. Biraz da sessiz kalarak izlemeyi tercih ediyordum. Çünkü yaptığım başka bir şey yok. Sessizlikle karşılıyordum bazı şeyleri ama artık içimdeki volkan sessiz kalmamı engelliyordu. İzliyorum, sanki bu hayat benim değilmiş gibi.
Var olmamayı dilerdim.

Bahçeye çıkarak bir banka oturdum. Etrafı izledim, bu sefer daha dikkatli bakıyordum. Değişik ve aynı nedenlerden dolayı buraya gelen yüzlerce insan vardı. Hepsi hayatın onlara bahşettiği hayatı kabullenmeyip değişik reaksiyonlar göstermişti. Onlar çok farklı bakıyorlardı dünyaya. Kimse onları anlamıyordu. Aslında onları anlamak istemiyorlardı, anlamamak daha kolaydı. Kimse asıl kaynağını bulamıyordu.

Ellerini havaya kaldırarak dans eden birini gördüm. Gözüm bir süre ona takıldı. Benden daha özgür ve mutluydu. Etrafa gülücükler saçıyordu. Bir an onun mutluluğunu kıskandım, tıpkı bir zamanlar Pınar'ı kıskanmam gibi.

Bazen aklıma düşen bir kıvılcımla kendimi yiyordum. Kötü bir insan mıydım ya da bunları hak edecek ne yaptığımı düşünüyordum saatlerce. Sayısız uykusuz geceler, kendimi suçladığım anlar ve tam hayattan vazgeçmek üzere olduğum dakikalar hep içimde bir ses dur derdi bana. Dur! Hayatına devam etmelisin. Hiçbir zaman sorgulamadan durdum. Hep bir mucize bekledim. Hayatımda bir şeyler olacak ve her şey kötüyken iyi olacak. Ama şimdi soruyorum neden?

Neden içimdeki sesi dinledim?

Hep bir umut vardı. Hep bir şeylere tutundum. Peki şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Karanlık yoluma kimin ışık tutacağını bilmiyorum. Bu sefer gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum. İçimdeki ses susmuştu ve bana karışmıyordu.

Derin bir nefes aldım. Kendimi ince bir ipe assam ve bedenim bulunsa kimin üzüleceğini, kimin beni unutmayacağını düşündüm.

Kimse.

Kimse benim için üzülmeyecek çünkü  onların umurlarında değilim. Hiçbir zaman da olmadım.

Babam hiçbir zaman vicdan azabı çekmeyecekti.

Yalnız. Yorgun. Ve bitkin veda edeceğim. Her şeye.

"İrem burada ne yapıyorsun? Her yerde seni aradım," Kutay bana doğru yaklaştı. Ona gülümseyerek baktım. Belki bir daha görme şansım olmazdı. Bankta kayarak oturmasına yardım ettim.

"Neler yaptın, bahçeye hiç çıkmazdın?"
Çıkmamak için hep ısrar eder ama Kutay için bir şey demezdim.

"Bilmem bugün çıkasım geldi. Boğulduğumu hissettim. Siyahın içinde boğuluyorum," dedim.

"Ama sen siyahtan hiç bahsetmezdin. Bizim renklerimiz canlı. Bizim renklerimiz umut saçıyor. Öyle demiştin."

Bir süre sessiz kaldım, Kutay'a hiçbir zaman siyahı anlatmamıştım. Ona bir nevi içimde kalan renk cümbüşünden bahsetmiştim. "Artık renklere siyah sıçradı," diyerek yanından kalktım. Arkamdan bana bağırmasına rağmen onu umursamadım. Birinin yanında ağlamaktan nefret ederdim.  Ağlayabileceğim sessiz bir yer bulmaya çalıştım.  Hastanenin arka bahçesine geçtim. Duvara dayanarak ağlamaya başladım, içimde tuttuğum her şeyi bırakmıştım. Yerde sigara paketi gördüğüm de kararsızlıkla pakete uzandım. Ömer'in sigara içtiği anlar gözümde canlandı. Damarlı elleri, saçlarının dağınıklığı, yüzündeki yarım gülüşü...

"Paket benim," sesin geldiği yöne dönüp paketi bıraktım. Yüzündeki yaşları silerek burnumu çektim. Üzerinde hastane kıyafeti olan bir kız oturdu. Her tarafında dövme vardı, saçları kabarık ve dağılmış duruyordu. "İçmek ister misin?" paketi bana uzattı. Kafamı hayır anlamında salladım, omuz silkerek sigarayı yaktı, bacaklarımı karnıma çekerek oturmaya devam ettim.

"Seni daha önce görmemiştim, adın ne?" dedi.

"İrem, senin?" Yanıma gelip oturdu ve sigarasından bir nefes daha çekti.

"Pelin," dedi.

Bir süre sadece yan yana oturarak sigara içmesini izledim. Aramızda çok kısa bir sohbet geçtikten sonra yanımdan kalkıp gitti. Buraya neden geldiğini bilmiyordum. Hastanede sigara içilmesine nasıl izin verildiğini de bilmiyorum.

Bir süre daha durduktan sonra odama çıkmak için hareketlendim. Odama girdiğimde yemeğimi getirdiklerini gördü. "Neredesin sen, yemek saati dışarıda olmak yasak! Bilmiyor musun?" dedi.

"Biliyorum ama burada birçok kurallar ihlal ediliyor."

Hemşire bana gözlerini kısarak baktı. "Allah Allah sana mı soracağız, hangi kuralı ihlal edip etmeyeceğimiz," dedi.

"Hastaları dövdüğünü biliyorum."

Hemşire bana şaşkınlıkla baktı, birkaç kez bana da vurmuştu ve beni tehdidiyle bastırmıştı. "Bunu kanıtlayamayacağını sana daha önce hatırlatmıştım, anlamadın galiba!" dedi.

"Kanıtlayacağım," sinirle odadan çıkıp gitti. Müdürü ikna edebilsem kameralardan baktırıp o hemşireyi attırabilirdim ama müdür bana inanmazdı.

Kimse bana inanmazdı.

Kimse bana güvenmezdi.

Artık yokum...

Buz ParçalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin