BP- 36

3.9K 164 2
                                    

Y/N: Herkese merhaba! 1.bölümü okumayan varsa tekrar söylüyorum yanlışlıkla silindi ve yeniden yükledim. 200 oy havaya uçtu. Lütfen 1.bölüme tekrar göz atın, teşekkürler. Yazım hataları olabilir.

İyi okumalar!


Avuçlarıma dolan toprakla yerden kalkarak koşmaya devam ettim. Keskin bir çığlık attığımda bedenim korkudan titriyordu. Kaybolmuştum. Bu girintili çıkıntılı yerde önümü göremeyecek kadar karanlık ve engebeliydi. Burnuma kan ve toprak kokusu geliyordu. Birinden girip diğerinden çıktığım yüksekçe duvarlar ardından yapabildiğim tek şey koşmaktı. Beni kovalayan kimdi, neyden ve ne için kaçtığımı bilmediğim halde sadece koşuyordum. Yorulduğum halde durmadan, bıkmadan çıkabileceğim küçükte olsa bir delik bulma umudu vardı. Keskin bir çığlık boğazımı yakarak dışarı çıktığında bir şeye takılarak yere düştüm. Gözüm kararıyordu. Buradan çıkamayacaktım. Hiçbir zaman.

Psikoloğumun karşısında oturmuş günlerdir gördüğüm rüyayı anlatıyordum. Beni sessizce dinledikten sonra sadece deftere notlar almıştı ve yüzüme bakmıştı. Günlerdir odamdan adım atmadan defterleri bitirmiştim ve üç yıl önce frenlediğim halime dönmüştüm ama Pınar'ın bitmez tükenmez dırdırlarına dayanamayarak buraya gelmiştim. Karşımda sadece bana bakan psikologa bir şey anlatmak istemiyordum, birilerine kendi hayatımda ilgili bir şey anlatmak sadece canımı sıkıyordu. Rahatlama falan hissetmiyordum. Bende uzun süredir aynı gördüğüm rüyayı anlatmayı tercih etmiştim.

"Ne kadar zamandır görüyorsun," gözümün içine bakarak tekrar sordu. Uzun süre gözüme bakıldığında kilitlendiğimi hissediyordum ve bu soruyu ikinci kez duymama rağmen öylece bakıyordum.

Bıkkınlıkla psikolağa baktım. "İki haftayı geçmiştir," dedim. Gözlüğünün üzerinden bana bakarak defterine tekrar not aldı.

"Rüya yorumcusu değilim ama bu tür rüyalarla çok karşılaşıyorum. Bir tür zihninde kaybolmayla ilgili olmalı," dedi.

"Nasıl yani?"

"Şöyle anlatayım; oradan oraya koştuğun halde sürekli bir çıkmaza düştüğün yer bir labirent, bu labirentte senin zihnin oluyor. Yani zihninde kaybolmuşsun," dediğinde sadece boş boş baktım.

"Aslında kaybolmadım," diyerek biraz duraksadım, "Ben o labirente hapsoldum," dedim.

Ben o karanlık ve ürkütücü labirentteydim ilk günden beri, hiçbir zamanda çıkamayacaktım.

"Böyle düşünmeni sağlayan ne?"

"Çünkü... Öyle işte," diyerek omzumu silktim. Buraya zaten ne için gelmiştim ki? Salak yerine konmak için mi ya da zaten bildiğim ve ezberlediğim cevapları tekrar tekrar duymak için miydi? Ayağa kalkarak odadan hışımla çıktım, koltuklarda Pınar'ın oturduğunu gördüm. Onu görmezden gelerek dışarı çıktım. Arkamdan koşarak geliyordu.

"İrem neden erken çıktın?"

"Çünkü sıkıldım. Çünkü öyle davranmak istedim. Çünkü canım istedi. Sana ne!" diyerek bağırdım ve yürümeye devam ettim. Birkaç hafta daha kendimi odaya kapatarak annemin bütün günlüklerini, babamla olan mektuplarını okudum. Babam anneme mektuplar yazıyormuş ve benim bıraktığım biri gibi davranıyormuş. Pınar en sonunda odamı basarak beni zorla çıkardı ve aksattığım psikolog görüşmelerimden birine getirdi. Havalar iyice ısınmaya başlamıştı. Sevmediğim aylardı. Ben soğuğu severdim. Kalın kazakları, ceketleri ve şapkaları... Ben herkes soğuk diye dışarı çıkmazken, dışarıda olmayı ve kimsenin gitmediği sokakları keşfetmeyi severdim. Ben yalnız olmayı severdim.

"Nereye gidiyorsun," diyerek bana yaklaşmaya çalıştı.

"Cehennemin dibine!" diyerek sokakta bağırdım. "Ait olduğum yere, gelecek misin?" dedim.

"İrem saçmalama, sen böyle biri değilsin," dediğinde duraklayarak bir süre boşluğa baktım ve Pınar'a doğru döndüm. Ona doğru yürüdüğüm için sevinçle bana baktı.

"Demek ben böyle değilim, peki ya nasılım," diyerek bağırdım. Bugün sesimi fazla yükselttiğimin de farkındaydım ama gerçekten canım bugün böyle davranmak istiyordu. Umursamaz, sert, asi... ben buydum. Asıl ben buydum. İçimde bir yerlerde sakladım İrem buydu. Hiçbir kurala uymayan kendi kurallarını yaratır ve ona uyardı. İçime, ruhuma kilitlemek zorunda kalmıştım, kilitli kaldığı yerden her defasında kilidini kırmaya çalışarak dışarı çıkmak istiyordu ama ben her defasında daha derinlere gömüyordum. Bugünlerde kilidi açılmadı ya da bastırdığım benliğim tamamen oradan kurtulmamıştı ama sadece gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Bu ne kadar sürecek bilmiyordum ama şu anlık iyiydim.

"İrem bak gerçekten seni anlıyorum ama böyle davranma, senin gibi olan binlerce çocuk vardır. Onlarda mı hayata küssün, onlarda mı kendilerini karanlık duvarlar ardına saklasın, onlar da mı gizlesin kendilerini? Lütfen, ben sadece seni düşünüyorum," dediklerini duymamazlıktan gelerek yürümeye devam ettim ve Pınar'ı geride bıraktım.

Belki benim gibi onlarca, binlerce kişi vardı ama benim omuzlarımda taşıdığım yük bana çok ağır geliyordu. Bir süre sonra taşıyamıyorum, güçlü değilim. Düşündükleri kadar güçlü değilim. Yardım almadan asla bu yolu tamamlayamam. Pes etmek benim için kolay bir yoldu, hiçbir zaman hırslanıp daha iyisini başarmaya çalışmadım.

Pınar'ı anlamaya çalışıyordum. Kendimi onun yerine koyuyordum. Eğer ikimizde birbirimizin yerinde olsaydık ben sadece Pınar'ın yanında olurdum. Sessizce durur, hiçbir şey konuşmazdım. Acısının hiçbir zaman geçmeyeceğini bilirdim.

Bir tane bara girerek, ilerledim. Yüksekçe olan sandalyeye oturarak viski söyledim. Ağırdan başlayacaktım. Üç yıldır içmediğim içkiyi içecektim. Unutmaya çalıştığım için içerdim, yardımcı olmazdı ama olduğunu sanardım. Şimdi ise, sadece öylesine içmek için içeceğim.

Barmen bardağı bana doğru uzattı. Keskin kokusu burnumu sızlattı, gözlerimi sımsıkı kapatarak kokuyu bir süre içime çektim. Bardağı bir dikişde içtiğimde boğazımda oluşan tatlı yüzümü ekşittim. Bir tane daha isteyerek elimle ağzımı sildim. Müziğin ritmi artıyordu ve etraf birden kalabalıklaşmıştı.

Kendimi müziğe bırakarak olduğum yerde kalarak sadece iki yana sallanıyordum. Biraz daha içersem kontrolümü kaybedebilirdim. Başımı ellerime yasladım ve baş dönmesinin geçmesini bekledim.

Biri omzuma dokunduğunda başımı yavaşça çevirdim. Karşımda kıraç vardı. Başım bir kez daha döndüğünde ona iğrenerek baktım.

"İrem burada ne işin var?" Şaşkındı, bu tür yerleri sevmediğimi zannediyordu, aslında sevmiyordum ama ta ki üç yıl öncesine kadar.

"Bu seni ilgilendirmiyor, bak burada Şenay yok şimdi ikile," diyerek önüme döndüm.

"Seni eve bırakmalıyım," kolumu kavradığın da olduğum yerde çırpınmaya başladım.

"Ya sen kendini ne zannediyorsun? Kurtarıcı prens olmak için kötünün yanında olmaman gerek ya da insanları arkasından bıçaklamaman. Sen beni kandırdın! Ben sana sığınırken meğer sen benim arkamdan iş çeviyormuşsun," biraz duraklayarak konuşmama devam ettim, "senden nefret ediyorum!" ayağa kalkarak tuvalet aramaya başladım.

Utanmadan karşıma çıkabileceğini sanıyordu. Kıraç benim için artık bitmişti.

Tuvalete girerek, kabinlere doğru ilerledim. Bir tanesine girerek klozete eğildim ve parmaklarımı boğazıma sokarak kusmaya çalıştım. Eve dönmem için ayık olmam gerekiyordu.

Elimi yüzümü yıkayarak tuvaletten çıktım. Müzik hala gürültülü bir şekilde çalıyordu. Çıkışa doğru ilerleyerek bir taksi durdurdum. Ev adresimi vererek başımı cama yasladım, yarı uyku yarı uyanık bir şekilde kafamı cama çarpa çarpa oturdum.

Taksiden inerek eve doğru ilerledim. Şaban uyandığım da baş ağrısıyla karşılaşacağımı biliyordum. Odama çıkarak, kendimi yatağa attım.

İçkiler unutmayı sağlamıyordu, aksine her şeyi gün yüzüne çıkartıyordu.

Sadece eski İrem olmayı özlemiştim. Asıl ben olmayı. Duygularımı, düşüncelerimi bastırmayan biri olmayı...

Buz ParçalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin