İSA YERYÜZÜNDE Bölüm 1

123 45 9
                                    





1995'de on dört kurt Yellowstone Milli Parkı'na salındı. Kurtların neden olacağı değişimden herkes habersizdi. Kurtların varlığı geyiklerin kolay lokma olabilecekleri bölgelerde dolaşmamalarını sağladı. Geyiklerin bu bölgelerde olmaması daha fazla bitkinin yetişmesi anlamına geliyordu. Toz ve söğüt ağaçları hızla büyümeye başladı. İşte o zaman mucize gerçekleştirmeye başladı. Ağaçlar meyve vermeye ve arılar bölgede dolaşmaya başladı. Artan bilgi popülasyonu bölgeye diğer canlıları da çekti. Daha önce bölgede nesli tükenen kunduzlar yine buraya gelmeye başladı. Kunduz yuvaları da misk fareleri ve çeşitli kertenkeleleri bölgeye çekti. Kurtlar, çakalları öldürdü ve böylelikle fare ve tavşan popülasyonu arttı. Yine bu sayede bölgeye kızıl tilkiler, sansarlar, porsuklar ve şahinler geldi.

Hatta kel kartalların popülasyonu bile arttı. İşler burada ilginçleşmeye başladı. Kurtlar, nehirleri bile değiştirdi. Avcılar ve avlar dengelendi ve böylelikle diğer canlıların yaşamları kolaylaştı. Artan ağaçlar sayesinde erozyon önlendi ve nehir setleri sağlamlaştı. Kanallar daraldı ve göletler oluştu. Nehirlerin kuruması önlendi. Kurtlar sadece Yellowstone'un eko sistemini değiştirmediler. Aynı zamanda parkın fiziki coğrafyasını da değiştirdiler.



BİRİNCİ BÖLÜM

Mağarada ateş başında evsizlere benzeyen bir kadın ve bir erkek vardı. Perişan, bitik ve umutsuz görünüyorlardı. Elleri, yüzleri kalın bir kir tabakası içindeydi. İçerde is kokusu vardı. Duvarda ve yüzlerinde ateşin dans eden gölgeleri.

Kadın dedi ki: "Et yememiz lazım. Haftalardır et yemiyoruz."

"Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir."

"Kaç gündür aynı lafları söyleyip duruyorsun. Açız! Başka bir numara bulsan iyi edersin!"

Adam sorun yokmuş gibi güldü: "Haklısın. Yarın ava çıkacağım."

"Bunu her gün yapıyorsun. Ama eli boş dönüyorsun."

"Umut olmasa olmaz ki. Bu kez olacak inan bana. Eli boş gelince ayaklarım beni geri çekiyor, ben de hiç iyi hissetmiyorum."

"Gebereceğiz burada pis böcekler gibi."

Adam onun omzunu okşadı. Kadın karanlık düşüncelere daldı.

Adam aslında çok umutsuz ve karısından çok bezgindi açlıktan ve bu kötü gidişattan. Ama bunu belli etmiyordu. Yine de içinde bir yerde kimi umut kırıntılarına sarılınca bir değişiklik olacağına inancı oluşuyordu.

Ertesi gün Adem ava çıktı. Kış yaklaşmıştı. Orman gaddar ve av konusunda cimri bir kimliğe bürünmüştü. Adem, derin noktalara bakıp çok dolaştı; ama eli boş dönüyordu mağaraya. 14 yaşındaki oğlu İsa onu mağaranın girişinde bekliyordu. Üşümüştü; ama içeri geçmek istemiyordu. Uzun bir sopa vardı elinde ve sopayı kılıç gibi tutarak sallayıp oyun oynuyordu kendince. Kısa bir süre sonra babası göründü. Babasının gelişini seyretti zevkle.

"Anne, babam geliyor!" diye seslendi içeri. Havva, 9 yaşındaki hasta kızının yanındaydı. Nur, halsiz ve rengi soluktu yatakta, bir bitki gibiydi. Havva dışarı çıktı heyecanla. Kocasına şöyle bir baktı. Hayal kırıklı ve sinirle içeri gitti. Adem, korkarak ve ezilerek içeri girdi ve çekinerek durumu izah etmeye çalıştı ateş başında: "Havalar sertleşti ve hayvanlar çekip gitti bir yerlere. Kalanlar ise ya çok şanslı, ya çok zeki ya da ben çok şanssızım. Kusura bakma."

Ertesi gün de Adem ormanda avlayacak bir hayvan bulamadı.

Mağaranın kapısını tıklatmıştı. Anne ve oğlu ateş başındaydı. Küçük kızda bir değişiklik yoktu. Arada gözlerini açıp ölgün gözlerle çevresine bakıp uyumaya başlıyordu.

İsa, aceleyle gidip kapıyı açtı. Kapı diye sözü fıçının dibinden elde edilmiş parçaydı. Eskiden bira kutularının koyulduğu fıçının kapağı.

Adem, eğilerek içeri girdi. Mızrağını, baltasını ve bıçağını kapının kenarına koydu. Oğlunun başını okşadı. Hemen ateş başına geçti, karısının yanına, ellerini ovuşturdu ve ateşe uzattı. Karısına bakmaya utanıyor ve çekiniyordu; ama bir an göz göze geldiler. Adem dedi ki: "Bana öyle zor bakma lütfen. Ama elimden geleni yapıyorum." (güldü sinir bozukluğundan) "Bu kahrolası ormanda geçinmek çok zormuş. Ne yapacağız bilmiyorum; ama inan bana fareler gibi ölmeyeceğiz. Güven bana. Yine ot mot ve patates yiyeceğiz mecbur."

Kadın dik dik baktı ona. Ses etmedi. Adem'in gözleri kızına kaydı.

Kalktı. Yanına gitti. Eski çuval ve otlardan yapılmış dandik yatakta yatıyordu kızı. Ateşi çıkmıştı ve uyuyordu. Onun yanağını okşadı, öptü ve ateş başına, eski yerine geçti.

"Dışarısı çok soğuk. Dondum. Isınmak gibisi yok. Burası mükemmel."

"Neden av bulamıyorsun, sorun nedir? Belki de bir şeyleri yanlış yapıyorsun? "diye sordu kadın.

"Hep buna kafayı yoruyorum. Endişe etme. Tuzaklardan birine bir havyan yakalanmış; ama kaçmayı başarmış. Kan izi vardı. Belki de tavşandı. Onu yakalasam ne güzel olurdu... Patatesler çok güzel kokuyor, pişmesine ne kadar var?"

"Pişti sayılır." dedi Havva, közde pişen patatesin birini çubukla çekip kenara aldı: "Ye! Patatesimiz de çok az kaldı!"

"Peki de; neden sert diyorsun? Beni dövecekmiş gibi ya da kafama onluk çivi çakar gibi."

"Ye dedim! Sıkıntı çıkarma, zaten sıkıntılıyım."

"Anlıyorum; ama en azından birbirimizi yemesek iyi olur. 


İSA YERYÜZÜNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin