6
Palasıyla kendine yol açmaya çalışıyordu. İri yapraklı bitkiler, dikenler ve sarmaşıksı bitkiler kale gibi engel oluyordu ona. Acayip vahşi ve arsız ve istilacı bitkiler hüküm sürüyordu burada. Uzun bitkilerin arasında ilerlemek işkence gibiydi. Elleri yanmış ve çiziklerle dolmuştu. Kan ter içinde kalmıştı. Dikenler canını çok yakıyor, jilet gibi kesiyordu. Ölüm korkusu hissediyordu. Dinlenmek için durdu. Babasının son dediklerini hatırladı. Kendine kızdı, dişlerini sıktı. Gözlerinden yaşlar düşmüştü. "Öleceğim" dedi içinden. "İşim bitti!" Ama birden reddetti bunu ve ayağa kalkıp kolunun tersiyle sildi gözyaşlarını. Bastı. Susuzlukla kavruluyordu. Biraz daha mücadele etti ve durdu. Palayı sallamaktan sol kolu çok yorulmuştu. Eli su toplamaya başlamıştı. Palayı sağ eline aldı; ama ne var ki sağ elini iyi kullanamıyordu. Gözlerini kapadı, uyku ve uyanıklık arasında bir çizgideydi. Ölebilirdi bu gidişle. Ama asıl ölmek ve ondan beter olmak ailesini bir daha göremeyecek olmasıydı. Gözlerinden yaşlar düştü, onları son kez gördüğü anlar dönüyordu kafasında. Kendinden geçti yorgunlukla. Az sonra aniden gözlerini açtı. Öldüğünü düşünüyordu. Ölmediğini anladı. Ayağa kalktı sevinçle ve içindeki ses uyarak ilerlediği yönü değiştirdi. Kısa bir süre sonra ağaçlar seyrelmeye başladı. Bastı sevinçle. Burada tepedeki güneşin canlı ve keskin ışıkları ormanı aydınlatıyordu. Her şey net ve ışığın yansımasıyla daha güzel ve anlamlı görünüyordu. Kanatları akıl almaz güzel renklerle dolu el kadar iri bir kelebek önünden uçup gitti. Karşıya baktı. İlerde beyaz bir şey gördü. Korkarak ve heyecanla yanaştı ağaçların arasından. Üç beyaz sütundu bu. Hayatında ilk kez böyle bir şey görüyordu. Çok kalın beyaz sütunların gövdesi asırlık ağaçlar gibi kalındı ve çok yükseğe çıkıyorlardı. Şaşkınlık verici heybetleri ve süslemeleri vardı. Bunlar hayvan ve insan figürlerini ustalıkla birbirine bağlayarak işliyordu kabartmalarla. İlk bakışta karmakarışık görünüyorlardı. Derin, iyi ve ince bakışta ustalık anlaşılıyordu. Onlar sanki evrenin varoluş hikayesini anlatıyordu düşsel biçimde. Sütunları sarmaşıklar sarmıştı. Bazı yerlerde sarmaşıklar kuruyup çürümüştü. Neden yapılmıştı ki bu yapı? Burası tarihi bir yer olmalıydı. Sütunun birinin dibine geldi ve yukarı batı. Sütun sanki gökyüzüne kadar uzuyordu. Sadece dört sütün ayakta kalmış ve yapının duvarları çökmüş ve bitkiler altında kalmıştı, dikenler çalılıklar kaplamıştı orayı. Yapının sadece üst bağlantı yerleri sağlamdı. Manzarayı boş verdi ve bastı. Ne tarafa gideceğini bilmiyordu. Şöyle dedi: "Ey kalbim, beni evime ulaştıracak tarafa yönlendir beni." Kısa bir süre sonra bir açıklık alana geldi. Sezdiği tarafa yöneldi ve çok geçmeden tanıdık çevreyle karşılaştı ve içinde bir mutluluk balonu patladı sevinçle. Kahkahayla güldü: "Başardın oğlum!"
Mağaraya girdi.
O gün babası avdan yine eli boş geldi. Ama ailesine motivasyon veren hikayeler anlattı. Her zamanki gibi karısı onu ciddiye almadı. Baba oğul şakalaştı, güreşti, oyunlar oynadı. Akşam olmuştu. Adem bu vahşi cehennemden kurtulduklarına dair güzel uydurulmuş hikaye anlattı ateşin başında, herkeste günün yorgunluğu, uyku hali vardı.
Adem oğluna baktı. İsa uykuya dalmıştı ateş başında. Onu kucaklayıp döşeğine bıraktı usulca ve çulu üstüne örttü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSA YERYÜZÜNDE
Mistério / SuspenseZengin aile şehirden kaçıp vahşi ormana sığınmak zorunda kalmıştır, bir mağarada yaşamaktadırlar ilkel insanlar gibi, babanın peşinde bir mafya vardır. Aile ormanda hayatta kalmaya çalışırken birçok zorlukla karşı karşıyadır. Evin 14 yaşındaki oğlu...