YÜREK IŞILTISI Bölüm 133

9 9 0
                                    


130

Ertesi gündü. Karnı acıkmıştı. Morali bozuldukça kağıtlara yazılmaya değer gördüğü cümleleri yazıp ağaçların dallarına iğneler gibi takıyordu. Bazısını açığa bırakıyordu. Rüzgar uçursun diye. Belki uçururdu ve rüzgar o notu akıl almaz yerlere taşır ve ona çare olur diye. Hiç olmayacak işti ama; inanmak lazımdı, iman lazımdı. Bu çok onu yağlı ballı biçimde motive eden ve çok zevkli bir oyuna dönüşmüştü adeta. Varacağı hedef aklına geliyordu. Hemen oraya ulaşmak istiyordu, bunun çok zaman ve zahmet alacağını düşününce de canı sıkılıyor, şöyle diyordu kendine: "Boş ver hedefi! Bu anın gerektirdiğini yap, güzelliğini ya da iğrençliğini hisset. Gerisi boş ver. Kaldır at. Hepsi yük. Hepsi ağırlık yapıyor çünkü."

Sonra kağıda şunu yazdı: "Geleceği ayarlamanın tek yolu olabildiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir."

Küçük bir göl kenarından geçiyordu, gölün büyük kısmı donmuştu. Kaz leşi buldu. Leş çakal ya da tilkiler tarafından değerlendirilmişti. Eline alıp kokladı. Kötü bir kokusu yoktu. Herhalde dün ölmüş olmalıydı. Ondan yenecek bir tarafa arıyordu. Bundan 2 lokma et anca çıkardı. Sevindirici olan ise kemikleri kırıp kaynatırsa özlerine ve yağlarına ulaşırdı. Kaz leşini sevinçle kucakladı. Kayaları fark etti. Bu kayalıklar da neyin nesiydi? Burası eskiden bir dere yatağı olmalıydı, şekillerden bunu çıkardı. Kayaların arasında, üstlerine yapışmış beyaz tortu fark etti. Dokundu. Elini ağzına götürdü. Bu tuzdu. Tuza hasret kalmıştı. Güldü sevinçle.

ve akşam yaklaşmıştı. Dinlenecek ve ısınacak olması onu mutlu etmeye yetiyordu. Ayakları fena ağrılar içindeydi.

Çadırını kurup ateşini yaktı ve içi de ısınmaya başlayınca zihnine bambaşka türlü bir inanç, umut ve buradan kurtulacağına dair güzel hisler duydu. İçine bambaşka bir samimiyetle kelebekler gibi dağılıp yerleşmişlerdi. İçi içine sığmıyordu sevinçten. Küçük bir tencereyi andıran boya kabında kırdığı kemikleri suya koymuş ve kaynamasını bekliyordu. Et kokusu duyuyordu. Fokurdama başladı. Sabırsızdı. Uzun bir süre daha beklemesi gerekiyordu. Düşüncelere ve hayallere daldı.

Sonra birden aklına yemeği geldi ve ağaç dalını içine daldırıp kemiğin birini çekip kaldırdı. Buhar yüzünü okşayıp taşıp dağıldı. Koku akıl çelici biçimde güzeldi. Ağaç dalından çatal gibi yaptığı aletle yemeği karıştırmaya başladı. Bir süre daha bekledi ve teneke bardağına tencereden boca etti biraz. Çok kaynardı. Biraz bekledi ve üfleyerek ilk yudumu alacaktı ki. Aklına tuz geldi. Tuz serpiştirdi karıştırdı ve ilk yudumu aldı. Aldığı tat inanılmaz güzeldi.

Bu onun ormanda mücadele edeli beri en çok mutlu olduğu andı. Bu bir özgürlük günüydü. Çektiği bütün acılar silinmişti. Kaybettiği ya da kazandığı bütün zaferler hiçti şimdi. Sadece bu nefis çorbanın tadı vardı kafasının içinde, efsanevi biçimde. Tadını ala ala içiyordu yavaşça. Ustanın anlattığı bir hikaye aklına geldi. Usta yoksulmuş hayatının büyük kısmında. Et ve benzeri şeyler de ona lüksmüş genelde. Pazarlarda hamallık yaptığı günlermiş. Eve karnı çok aç biçimde dönmüş. İş yoğunluğundan fırsat bulup o gün öğle yemeği yiyememiş. Bir gün yaşlı karısı iyilik sever komşunun verdiği bir parça eti kavurup koymuş önüne. Usta kuş başı kadar ufak doğranan etten bir parça alıp ağzına atmış. Etin lezzetini aldığı an doyduğunu hissetmiş. Doydum demiş içindeki ses. Hayret içinde kalmış. Gülümsemiş. Eşi bu yemeğe ne katmışsa artık? Belki de veren elin sihriydi bu. 

İSA YERYÜZÜNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin